Dokuma sanatçısı Hatice Hanedar Yüksel, dünyanın sayılı arastalı köprülerinden biri olan Irgandı Köprüsü’ndeki atölyesinde Anadolu’nun kadın seslerini, farklı yörelerde vücut bulmuş kadın başlıkları ve kıyafetleriyle gün yüzüne çıkarıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı sanatçısı olan Yüksel, yurt dışındaki defilelerinden 22 yıllık sanat geçmişine, çıkaracağı kitabından Anadolu’daki kadın hikâyelerine kadar uzanan yaşam serüvenini mesleğine olan tutkusuyla harmanlayarak şu cümleleri sıralıyor: “Bu koleksiyonu oluştururken annem, ‘Bu kadar emek veriyorsun ama sana bir dönüşü olmayacak’ derdi. Her şey para değil hayatta. Daha güzel şeyler var; maneviyatı yaşamak, geçmiş hikâyeleri yaşamak ve Anadolu’daki o kadınların anlatmak istediklerini duymak ve görmek.”
Devran Muslu
Sanatla geçen 22 yılın ardından adını ulusal ve uluslararası platformlarda Anadolu’nun Kadın Başlıkları koleksiyonuyla duyuran Yüksel, bugün Anadolu kadının yüzyılların ardında bıraktığı yaşantısını başlıklar, kıyafetler ve takılar üzerinden günümüz insanına anlatmaya devam ediyor. Köy köy gezerek, kadın sandıklarından ve aile mirası yaşam öykülerinden edindiği bilgi ve örnekleri yeniden üreterek gün yüzüne çıkaran Yüksel, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2000 Yılı Envanter Çalışması’nda yer alan sayılı sanatçılardan biri olarak da Bursa’ya değer katıyor.
Sanatın pek çok dalında çalışmalar yapma fırsatı bulan Hatice Hanedar Yüksel, dokuma sanatıyla başladığı kariyerini araştırmalarıyla taçlandırmayı başarmış biri. Dokuma sanatıyla birlikte kendini Anadolu’nun farklı yörelerinde günlük yaşamda kullanılmış kadın başlıklarının içinde bulduğunu söyleyen sanatçı, bu alana özel bir ilgi duymasını, “Anadolu kadının sesinin, toplum içindeki konumunun, kendini ifadesinin kullandığı başlıklar ve bunların süslemeleri ile ortaya çıkmış olması çok etkileyici” cümleleriyle açıklıyor. Yüksel sözlerini şöyle sürdürüyor:
“16. ve 17. yüzyılda kadınların kullanmış olduğu başlıklar çok dikkat çekici ve sayıca yöreden yöreye fazla. Çocuk, genç kız, evli kadın başlıklarının yanı sıra gelin başlıkları olarak dörde ayrılan Anadolu başlıklarımız var kültürümüzde. Kadınlar, özellikle gelin olurken daha çok başlıklarını süslüyorlar tabii. Aslında her bir başlık kadının sosyal hayattaki yerini ve topluma vermiş olduğu mesajları içeriyor, ifade ediyor. Her yörenin başlığı farklı. Dolayısıyla her yörenin hikâyesi farklı. Dokumacılık yaşamımda bu başlıkların hikâyesini bizzat yaşayanlardan ya da ailelerinden duyduğumda çok heyecanlandım. Böylece başlıklarla aramda bir bağ oluştu. 7-8 yıl süren bir araştırmanın ardından zorlanarak da olsa sandıkta kalan başlıkları gün yüzüne çıkarmaya çalıştım. Fotoğrafladığım başlıkları yeniden ürettim. Bir koleksiyon oluşturdum yılların ardından ve dünyanın farklı ülkelerinde Anadolu’nun kadın başlıklarını farklı kültürlere tanıtmaya çalıştım.”
KADIN BAŞLIKLARININ ANLATTIKLARI
İtalya, Fransa, Almanya, Romanya, ABD ve Çin’de sergiler ve defileler yapan sanatçı Hatice Hanedar Yüksel, dünyaya Anadolu kültürünü tanıtma fırsatı buldu. Bugün dünyada bilinen bir köprü üzerinde sanat üretmekten mutlu olduğunu ifade eden Yüksel, Anadolu başlıkları ile ilgili örnekler vermeyi de ihmal etmedi:
“Anadolu kadının başlıkları evlenmeden önce daha katlı, uzun ve süslüdür. Buna bakıp kadının bekâr olduğunu anlayabiliyordu dönemin yöre insanları. Evlendikten sonra kadın başlığı biraz daha az katlı, yani yüksekliği normalleşmiş ve süsü azalmış bir görünüm alırdı. Örneğin evlenmiş ve başlığı daha mütevazı bir görünüm kazanmış bir kadının kız çocuğu olursa başlığının ilk sırasına kırmızı bir kumaş bağlıyor. Bu, ben bir kız çocuğu annesiyim demek. Erkek çocuğu olduysa da örneğin ikinci sıraya da mavi bir kumaş bağlıyor. Ekonomik ve sosyal mesaj içeriyor başlıklar. Örneğin, mor bir bağ varsa bu, ben varlıklı bir ailenin geliniyim demek oluyor. Siyah bağladıysa kocasının öldüğünü ve dul kaldığını ifade ediyor. Yani, Anadolu’da kadın başlıkları aslında kadının bir sesi ve sosyal mesajı anlamına geliyor.”
MOR CEPKENİN ÜZÜCÜ HİKÂYESİ
Anadolu’da kadın başlıkları çalışması ve koleksiyonuyla bir kitap hazırlığı içinde olan sanatçı Hatice Handedar Yüksel, araştırmalarının çapını genişleterek Anadolu’da kadın kıyafetleri alanı için de kolları sıvıyor. Tarihi kadın kıyafetlerinin ve dokumalarının anlamı ve önemi hakkında araştırmalarını sürdüren Yüksel, en çok mor cepkenin hikâyesinin kendisini etkilediğini söylüyor:
“Bursa’nın Keles ve Harmancık ilçeleri yoğunluklu olmak üzere başka yerlerinde de annelerin kızları gelin olurken çeyiz sandıklarına mor cepken koyduklarını görüyoruz. Araştırmalarıma göre, anneler bu mor cepkeni kızları için hazırlarken, ‘İnşallah bu cepkeni giymek kızıma nasip olmaz’ dualarıyla sandıklara yerleştirdiklerini öğrendim. Çünkü mor cepken, kadının gelin gittiği evde zor durumda kalması sonucu giydiği bir kıyafet. Eşinden ya da eşinin ailesinden şiddet, zulüm görüyorsa bu cepkeni giyiyor kadın. Bu cepkeni giyiyor ve köyünde dolaşıyor. Çevresine ‘Ben, şiddet görüyorum’ mesajı veriyor, sessizce. Bu vesileyle de yaşadığı çevredeki kişiler, o kadının durumunu öğreniyor ve kocasına tepki gösteriyorlar. Dışlıyorlar. Bu, son derece güzel bir adet. Toplumun kadına sahip çıkmasının bir örneği.”
“ABD’DE KENDİMİ ÇOK DEĞERLİ HİSSETTİM”
Çalışmalarında dünya kültürlerini tanımanın önemine de değinen Yüksel, sıklıkla yurt dışında bulunma fırsatı yaratmaya çalıştığını araştırmalarını farklı ülkelerde de sürdürdüğünü dile getiriyor ve en çok Çin’deki deneyiminden etkilendiğini sözlerine ekliyor:
“Çin, üretimde çok ileride. Kendi çalışmalarımı götürürken ilgi olup olmayacağından pek emin değildim. Kültür ve medeniyetleri asırlar öncesine dayanan Çin’e gittiğimde kültürünü bir Avrupa kentine göre daha iyi koruyup yaşattığını gördüm. Ancak bizim kültürümüzün ve kültür malzememizin de Çin’e nazaran daha köklü ve zengin olduğunu gördüm. Bu, beni hem sevindirdi, hem şaşırttı. Çalışmalarıma çok ilgi gösterdiler. Çok meraklılar. Enteresan olan ABD’de de çok ilgi göstermeleri oldu ziyaretçilerin. Orada kendimi çok değerli hissettim. Bu kadar ilgi beklemiyordum açıkçası. Değerlerimizi sahiplenmekte geri kaldığımızı düşünüyorum. Çok iyi reklam yaptığımızı söylemek mümkün mü, bilemiyorum.”
“MÜZE VE KİTAP İLE KADIN SESİ YAŞASIN İSTİYORUM”
Kadın başlıkları çalışmasının kendisi için çok değerli olduğunu söyleyen sanatçı, “Bu birikimi miras bırakacağım bir tane evladım var. Tabii ki bu çok güzel ancak topluma kazandırılması için bir müze olmasını çok isterdim. Hep hayalimde bu vardı. Buradan kent yöneticilerine seslenmek istiyorum. Anadolu’da gelin başlıkları, kadın başlıkları müzesi için ben tüm koleksiyonumu bağışlamak isterim. Yeter ki bu değer yaşasın ve halkla buluşsun. Kültürel değerimiz gün yüzüne çıksın. Türkiye genelindeki tüm yörelerin gelin başlıklarını kapsayacağı bir müzenin Bursa’yı gezip görmeye gelen turistler tarafından ziyaret edilmesini çok isterim. Bunun Bursa’ya da değer katacağını düşünüyorum. Bunu bir kitap haline de getirmek üzere 7 yıldır çalışmalarım sürüyor. Sona yaklaştım. Tarihi bir araştırma için başlığın oyasından materyaline ulaşmaktan, detaylarını öğrenmekten ve bu malzemelerin orjinalini toplamaktan dolayı epey zaman verdim. Bunun bir karşılığı olarak Anadolu’da kadın başlıklarını kitaplaştırmayı planlıyorum. Bu koleksiyonu oluştururken annem, ‘Bu kadar emek veriyorsun ama sana bir dönüşü olmayacak’ derdi. Her şey para değil hayatta. Daha güzel şeyler var; maneviyatı yaşamak, geçmiş hikâyeleri yaşamak ve Anadolu’daki o kadınların anlatmak istediklerini duymak ve görmek. Belki de o kadınlara rehber olmak.”
DÜNYANIN SAYILI KÖPRÜLERİNDEN BİRİ
1442 yılında yapılan Irgandı Köprüsü, dünyanın ilk çarşılı (arastalı) köprüsü olarak biliniyor. İkinci çarşılı köprü, İtalya’nın Floransa şehrindeki meşhur Vecchio köprüsü. Çarşılı köprülerin üçüncüsü ise Bulgaristan’ın Osma Köprüsü. Dünyadaki son ve dördüncü çarşılı köprü de yine İtalya’daki Rialto Köprüsü olarak kayırlarda yer alıyor.
İstanbul’un fethinden önceye dayanan yapılış tarihi ile Bursa’nın önemli bir turistlik noktası da olan köprü, üzerindeki dükkanları, sanat atölyeleri ve kafesiyle yaşayan bir miras olma özelliği taşıyor. II. Murad döneminde, Ali oğlu Hoca Muslihuddin tarafından inşa ettirilen yapı, Gökdere üzerinde yer alan ve şehrin merkezini doğusuna bağlayan köprülerden yukarıdan aşağıya doğru üçüncüsü olma özelliği de taşıyor.