Seçim Sohbetleri-1: Nezir usta

Yayınlama: 03.06.2023
A+
A-

90’lı yıllardı, henüz bir üniversite öğrencisi olarak tatilimi memleketimde geçirdiğim bir yazdı. Tatil dediysem, okullar kapalıydı ve ailem tarafından bir akrabamın imarsız ev inşaatında çalışan işçilere nezaret etmekle görevlendirilmiştim. Genç bir devrimci olarak işçilerle sohbet etmekten, molalarında ikram ettikleri tütünden içmekten ayrı bir keyif alıyor, kendimi çok daha ‘devrimci’ hissediyordum.

Aralarında yaşı 55’i geçkin bir abi vardı. Nezir usta, en vasıfsız ve ağır işleri yapıyordu. Çoğunlukla çimento torbalarını ve tuğlaları o taşıyordu. Kavruk ve kırışık bir yüzü vardı, çalışmakta da hayli zorlandığı belliydi. Sohbetlerimizden birisinde, emekliliğine kaç yıl kaldığını sorduğumda, güldü. “Hep yevmiye usulü çalıştım, doğru dürüst sigortam neredeyse hiç olmadı.” dedi ve ailesini geçindirmekte, dört çocuğunu okutmakta, kirayı denkleştirmekte ne kadar zorlandığını falan anlattı. Sohbet kısa süre sonra benim hiç ilgi duymadığım maçlara kaydı. Nezir usta ışıltılı gözlerle tuttuğu takımın neredeyse her maçına gittiğini, maçlardaki coşkuyu, takımının yükselişini vs. anlatıyordu. Tabi durur muyum, “Abi, zaten kıt kanaat geçiniyorsun, maçlara gitmesen, çocuklarına da daha çok vakit ayırsan, daha iyi olmaz mı.” gibisinden ‘muhteşem’ tavsiyelerimi sıraladım.

Elindeki oyuncağını almaya yeltenen bir akranına bakan bir çocuk gibi baktı bana ve öfkeli bir kararlılıkla, “Maç benim her şeyim. Dertlerimi unuttuğum, hayatta galibiyeti, ütme duygusunu yaşadığım, gülüp sevinebildiğim tek yer.” deyip, sohbeti bitirdi ve işine döndü.

Seçim sonuçları üzerinden yapılan sohbetlerde, çoğunluğu yoksul olan AKP seçmeninin nasıl olup da derinleşen yoksulluğa rağmen, tercihini iktidardan yana kullandığı sorgulanıyor ve ‘haliyle’ fatura halka kesiliyor. “Aslında benim ekonomik durumum iyi, bir derdim yok, onlar için uğraşıyorum ama bu halk akıllanmıyor” benzeri cümleler sıklıkla dile geliyor.

Oysa insanların ağır ve baş etmekte güçlük çektikleri sorunlarla yüzleşmekten kaçınması ve ‘hayali’ bir mutluluğa sığınması, dahası kurtuluşu baş edemediği “derdin” müsebbibinde araması, ondan medet umması insanlık tarihi kadar eskidir.

Mitolojik anlatılarda ateşin, rüzgârın, şimşeklerin, yağmurun göklerin vs. tanrıları vardır, o nedenle. Belayı kontrol eden güce tapınarak, ona kurbanlar vererek hem beladan ve acıdan kaçınılabileceğine hem de ‘ilgili’ tanrının gücünden faydalanılabileceğine inanılmıştır.

Günümüz tek tanrılı dinleri de bundan çok farklı değildir, çünkü kurtuluş yine yazgıyı (kader planını!) belirleyen güçte aranmaktadır.

Kuşkusuz seçmen tercihlerini belirleyen tek ve belki de en önemli etmen bu değildir. Buraya kadar okuduğunuz yazının amacı da zaten okura bu konuda derinlikli/bütünlüklü bir analiz sunmak değildir.

Sohbet niteliğindeki bu yazının çok basit bir iki önermesi ve çok daha fazlasını sorma isteği var aslında: Nezir ustayı suçlamak ya da küçümsemek ne onu ne de bu ülkeyi daha güzel yarınlara taşımak isteyenleri tek bir adım ileriye götürür. Onunla yaptığım (ve yazının başlarında aktardığım) sohbettekine benzer şekilde ‘üstten’ bir akıl vermeyle de bir yere varılamaz.

Nezir ustaları, ‘gerçek’ dertleriyle yüzleştirmek mümkün mü?

Bu dertlerinin bir çaresi olduğuna onları inandırmak mümkün mü?

Hayali bir mutluluğa ve kurtarıcıya sığınmalarının, cellatlarına sarılmalarının önüne geçilebilir mi?

Sahi, biz Nezir ustaların derdini gerçekten anlayabildik mi?

Sorular üzerine düşünme çabasının devamı, bir sonraki yazının konusu olsun.