Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, Ankara’da medya kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geldi. Yanık, eşcinseller hakkında “Problem değilmiş gibi kabul etmeyi kimse beklemesin” ifadesini kullandı.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, basın kuruluşlarının Ankara temsilcileri ile bugün Ankara 75. Yılı Huzurevi Yaşlı Bakın ve Rehabilitasyon Merkezi’nde buluştu ve bakanlık çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Bakan Yanık, sohbet sırasında gelen soruları da yanıtladı ve şöyle konuştu:
Kadına yönelik şiddet veya çocuk istismarı haberlerinde kullanılan görseller de çok önemli, akıllarda oluşan ilk imge çok kötü, onu silmeniz mümkün olmuyor. Veya kadına şiddet, kadın cinayetini CSI (olay yeri inceleme) dizisi izler gibi okuyorduk bazı şeyleri uzunca bir süre şükürler olsun şimdi o da biraz toparlandı.
Bir 10 sene önce ‘alzheimer, demans’ denildiğinde bu neymiş diye sözlüğe baktığımız şey bugün hayatımızda çok daha yer tutuyor. Ama bir 10 yıl sonra, üzgünüm ama bilimsel gerçekler bunu gösteriyor, biz yaşlılığa bağlı hastalıkların sosyal sonuçlarını konuşmaya başlayacağız. Şimdi bireysel sonuçlarını konuşuyoruz. Demografimiz çok değişiyor. Bu değişimi nasıl yöneteceğimizi bugünden konuşmamız gerekiyor çünkü bu değişimden dindarlar ayrı sekülerler ayrı etkilenmiyor.
En temel sebep ömrün uzaması, ortalama ömür şu an 78. Dolayısıyla ömür uzadıkça doğal olarak yaşlılık etkileri daha çok görülür hale geldi. Bundan 30-40 yıl önce 60 yaş yaşlılık sınırı iken şimdi bu yaşta vefat olduğunda bizim için çok erken oluyor. İkinci olarak doğurganlık oranı düştü. Dolayısıyla böyle bir ters orantı var şu anda. Hep söylüyorum kara Avrupası dünyadaki en yaşlı nüfustur biliyorsunuz. Kara Avrupa’sının ortalama 100-125 yılda ulaştığı yaşlanma oranı bizde 25 yılda tamamlanacak çünkü biz 80’lerde 90’larda çok hızlı ve kaba bir, tabirimi mazur görün, doğum kontrol uygulaması ile karşı karşıya kaldık. O yüzden bizim demografimizin dönüşmesi çok hızlı oldu. Şu anda (binde) 1,7 doğurganlık oranımız. Oran 1,9’un altına düştüğünde geri çevirme şansınız ortadan kalkıyor. Bizim şu anda nüfusu gençleştirme ihtimalimiz de şu andaki oranlara göre yok. Yani bir mucize olması lazım. O nedenle yapılması gereken iki şey var. Birincisi aktif yaşlanma yani yaşlıların ömürlerinin sonuna kadar bir şekilde üretmeye devam etmesi. İstihdam anlamında söylemiyorum, kendi hayatlarını idame ettirme kabiliyeti olmalı ve toplumsal hayata katılım imkanını elde etmeli. Bunun için çok yoğun çalışmalar yapıyoruz. İkincisi çocuk nüfusumuzu çok iyi yetiştirmemiz gerekiyor ki toplumsal devamlılığı da üretim gücünü de devam ettirebilelim.
Sığınmacıların nüfus ve doğurganlığı şu an için bizim açımızdan tehdit oluşturmuyor. Özellikle Güneydoğu’dan geriye dönüş başladı. Demografi zaman zaman çok farklı değerlendirmelerin konusu olabiliyor. Ben sizinle açık konuşacağım. Hatırlayın 90’larda en çok tartıştığımız konulardan birisi doğu ve Güneydoğu’daki nüfusun, Kürt nüfusunun, adını da koyarak söyleyeyim; ‘efendim çok fazla çocuk sahibi oluyorlar, günün birinde nüfus tam tersi olacak, PKK vesaire…’ halbuki bizim vatandaşımız üstelik Kürtlerin tamamı da PKK’yı destekliyor falan değil. Dolayısıyla süreçle ilgili değerlendirmeler bilimsel olmaktan çok ideolojik fikri arka planı da taşıyor. Ama bunların gerçekçi olmadığı ortaya çıktı aslına bakarsanız… (bir gazetecinin Şanlıurfa’da çocuk sayısının fazla olduğunu söylemesi üzerine) Şanlıurfa çocuk nüfusunun en yüksek olduğu ilimiz. Şükürler olsun ki bir Urfa’mız var yani.
Haziran 2021’de RTÜK ile bir çalıştay yapmıştık ben orada medya temsilcilerin olduğu ortamda açık yüreklilikle şunu söylemiştim; ben hukukçuyum, kurulların gerekliliğine çok inanırım, kuralcı sayılacak kadar saygı gösteririm, ama bazı meseleler vardır ki sadece yasayla, yasaklamayla o meseleleri çözemezsiniz, bir ortak tutumun olması lazım. RTÜK ceza kesiyor yaptırım uyguluyor, ama bir noktaya kadar. Lütfen ortada bir reklam pastası olduğu için bu kadar rağbet ediliyorsa bu tür programlara ne olun herkes önce bir reklam pastasından elini çeksin. Hepimiz, bütün kanallar bitirsin bu programları. Dolayısıyla herkes vazgeçtiğinde yine ortadaki havuz aynı kalacak. Yasakladınız, cezaları artırdınız, başka bir şey bulunur. İnsanın en kolay ve net biçimde uyduğu kural kendisinin koyduğu kuraldır. Dışardan gelen herhangi bir kuralın arkasından dolanabilirsiniz, Dünyanın en iyi hukuk metni de olsa bu ihlal edilebilir. Dolayısıyla öncelikle bu konuda herkesin üzerinde ittifak ettiği bir tutumun olması gerektiğini önceden beri hep ifade etmişimdir.
Öte taraftan RTÜK tabii ki bir düzenleyici kurum olarak veya yaptırım uygulayıcı kurum olarak üzerine düşeni yapmak durumunda. Biz de bazen şikayetlerimizi veya erişimin engellenmesini istediğimiz konular olduğunda bununla ilgili yasal haklarımızı kullanıyoruz. Çokça aslında kullanıyoruz. Bazılarından kamuoyunun haberi oluyor, bazılarından hiç haberi olmuyor ama daha üst bir projeksiyon anlamında baktığımızda burada rating yarışına girdiğinizde o yarışın sonu yok. Bitmeyen bir yarış. O zaman herkes bıraktığında herkes tekrar eşit hale gelecek. Bunu özellikle ifade etmiş olayım.
Polislerin intiharı konusunda da İçişleri Bakanlığımız iki yıldır yaklaşık, polis intiharlarıyla ilgili özel bir çalışma yürütüyor. Biz, kişi bize müracaat ettiğinde dahil olabiliriz Aile Bakanlığı olarak. İşte danışmanlık hizmeti istediğinde ya da çeşitli sebeplerle. Ama bir meslek grubuna yönelik ‘burada bir sıkıntı var, ben geldim…’ Öyle bir yetki alanımız yok. Fakat şunu çok iyi biliyoruz, İçişleri Bakanlığı polis intiharlarının sebeplerinin araştırılması noktasında çalışmalar, sebeplerin ortaya çıkarılması için bir akademik çalışma yaptılar, sonra o sebeplerin ortadan kaldırılmasıyla ilgili neler yapılabilir… Şunu bir haberde okumuştum, mesela dijital platformlardaki bahisler, oyunlar, polislerin maalesef en çok borçlanma sebepli birtakım sıkıntılar yaşadıkları… Dolayısıyla o anlamda İçişleri Bakanlığımız şu anda çok ciddi bir biçimde polis intiharların hem sebeplerini hem sonuçlarının ortadan kaldırılması, önleyici gayet tabii ki çalışmaların yapılması noktasında çok ciddi bir çalışma yürütüyor.
Bakın hiç sorumluluğumuz değilken Roman bölgesi çalışmalarımızda karşımıza çıkan en temel meselelerden bir tanesi barınma. Roman bölgelerine, Çevre Bakanlığı ile beraber çalışıyoruz, konut yapımız çalışması yapıyoruz. Sosyal yardımlardan, fondan sağladığımız destekle bir miktarını biz sağlayacağız, bir miktarını Çevre Bakanlığımız sağlayacak. Roman vatandaşların yoğun yaşadığı yerlerde konut desteği sağlayacağız. SODAM’ları açıyoruz. Sosyal Dayanışma Merkezleri, romanların yoğun yaşadığı yerlerde… Niye? Çocukları toplayalım, çünkü eğitimde kalma süreleri çok az. O çocuklar eğitimde biraz daha uzun kalsınlar. Kadınlar kendi kültürlerine uygun bir istihdamla tanışsınlar. Sepet mi örüyor, başka bir şey mü yapıyor, vesaire, onları istihdamın içine toplayalım diye her seferinde sahadan topladığımı bilgilerle yepyeni başlıklar üretiyoruz.
(LGBT ile ilgili olarak ‘dijital ortamda yasal düzenlemeye ihtiyaç var mı’ sorusu üzerine) Yine çok dürüstçe konuşacağım arkadaşlar yani. Çünkü burada hakikaten derdimi anlatmaya çalışıyorum. Türkiye’de özellikle gençlere yönelik birtakım veya aile değerleriyle ilgili birtakım hassasiyetler, çalışmalar maalesef uzun zaman yaşam biçimi rezervi ile yaşam biçimine müdahale ediliyor, işte efendim özgürlükler vesaire. Halbuki özgürlüklerden daha önde bir yasal zorunluluktan bahsediyoruz. Dolayısıyla hani o konuşmamın başında söyledim. Hayat tarzı tartışmalarına kurban giden çok başlığımız var. 85 milyonun iyiliği de hepimize bulaşıcı, 85 milyon içerisinde oluşan maalesef olumsuzluklar da herkesi etkiliyor.
Öncelikle bunu bir ifade edeyim. Yani yasal düzenlemelerle alakalı herhangi bir zaafımız yok ama uygulamayla ilgili zaman zaman sıkıntılar çekiyoruz. Belki uygulayıcı kurum ve kuruluşlardan ama daha çok da toplumsal tepkilerden kaynaklı bir sıkıntımız var. Yani işte alkol mesela çok basit bir şey söyleyeyim. Kadına yönelik şiddetin sebepleri arasında yüzde 70, 75’e yakın alkolizm var. Alkolle ilgili bir tartışmaya açmamız mümkün değil. Direk hayat tarzı engeliyle karşı karşıya kalırsınız. Çok net söylüyorum bakın çok dürüstçe söylüyorum.
Ya da işte eşcinsellik tartışmaları hemen işte bireysel özgürlükler, bireysel özgürlük kısmı başka bir şey ama toplumsal hayatı etkileyen tarafı başka bir şey. Ben konuşmalarımda hep şu ayrımı çok net bir biçimde yapıyorum. Yaptığım da yapmaya da devam edeceğim. Eşcinsel vatandaşlarımız da bizim vatandaşlarımız. Çok net. Haklarını korumak, yaşam haklarını korumak vesaire o ayrı bir şey. Devletin sorumluluğudur ve bundan taviz veremez. Ama öbür taraftan eşcinselliği normalleştirmek, eşcinselliği kamusal alanda hiçbir problem değilmiş gibi kabul etmeyi bizden beklemesin. Ne bireysel olarak ne hükümet olarak. İkisi birbirinden çok ayrı şeylerdir. Bu sınırı bir çekelim, ondan sonra konuşalım.
Bizim aile değerlerinin korunması, evlilik birliğinin, çocuklar, çocukların gelişimi noktasında gerçekten çok özenli bir sürece ihtiyacımız var. Bunu özellikle şunun için söylüyorum. Dünyada maalesef çok kesin bir LGBT propagandası yürüyor ve bunun arkasında çok büyük bir ekonomik desteğin olduğunu da lobi desteğinin olduğunu da görüyoruz. Biz sadece kendi inanç değerlerimiz çerçevesinde değil. O zaten çok önemli evet ama öbür taraftan insani insan değerleri çerçevesinde de eşcinselliği normalleştirmek, yayılmasıyla alakalı bir göz yummak gibi bir şeyimiz olamaz. Bu noktada gereken bireysel gereken toplumsal çalışmaları yapmamız lazım. Kaldı ki ortada bir dayatma normalleştirme için uğraşılan süreç neredeyse bir norma dönüştürülmeye Avrupa’da Amerika’da küçücük çocukların kişisel gelişimlerinin baskılandığı, cinsel kimliklerinin, cinsiyet kimliklerinin baskılandığı bir takım örnekleriyle görüyoruz ki bunlar çok hakikaten çok çok tehlikeli süreçler.
Akran zorbalığı meselesi çok önemli. Akran zorbalığının maalesef son zamanlarda sıkça duyduğumuz bir mesele. Bizim de şu anda bakanlık olarak üzerinde çalıştığımız bir mesele. Mart sonu yani Ramazan’a kalmamasını ümit ediyoruz. Bir Çocuk Şurası yapacağız. İlk kez Türkiye’de Çocuk Şurası ve Çocuk Şura’sı içerisinde konuşacağımız başlıklardan birisi de akran zorbalığı. Fakat şurayı beklemeden önce şu anda şimdiden arkadaşlarımız çalışmaya başladılar. Burada bir farkındalık yani akran zorbalığı nedir? Bir hangi davranışı akranlarından zorbalık gördüğünü bize anlatıyor. Ebeveynin ilk fark etmesi gereken şey, bununla ilgili bir farkındalık oluşturmaya çalışıyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı’mızla o anlamda sürecin takibi gerek bizim meslek personeli arkadaşımız gerek öğretmenlerimizle kuracağımız temas noktasında süreci nasıl beraber yürütebiliriz? Bunun çalışmalarını yapıyoruz.
Geçen gün de anlattığım bir yerde akran zorbalığı ile ilgili ilk benim böyle gerçekten çok etkileyen bir şey. Mersin’deki geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz 12 yaşındaki kız çocuğu okulda bir bıçaklama hadisesi. Maalesef vefat etti 12 yaşında bir çocuğumuz. O olaydan sonra Mersin’de benim bir yeğenim ilköğretim öğretmeni. Bana bir mesaj göndermişti. Çok şey etkilendim. Dedi ki, ‘akran zorbalığı çok yaygınlaşmaya başladı. Aileleri çağırıyoruz, söylüyoruz ama kabul etmiyorlar. Yani çocuklarının böyle bir davranış gösterdiğini kesinlikle aileler kabul etmek istemiyorlar ya da ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dolayısıyla bu konuda ben hakikaten çok endişeliyim bir anne olarak. Bir öğretmen olarak çok endişelim’ diye böyle benimle paylaştığı duyguları vardı. Dolayısıyla akran zorbalığının şu anda hem biz hem Milli Eğitim Bakanlığı’mız ama bu işin bir tarafındayız. Muhakkak Sağlık Bakanlığı’nın da olması gerektiği açık. Beraber çalışıyoruz. Çalışma sonuçlarımızı önümüzdeki süreçte daha çok duyacaksınız.
Şehit yakınlarımız, gazilerimiz ile alakalı konuda ise şöyle bir durum var aslında. Burada da yine o annelik sendromuna döneceğiz. Biz şehit yakınları ve gazilerde statü belirleyen kurum değiliz. Yani işte mesela jandarma için polis memurları için İçişleri Bakanlığı’mız. TSK mensupları için Milli Savunma Bakanlığı’mız gazilik tespitini yahut şehitlik tespitini yapar. Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirirler. Bu şehit ve gazi şeklinde. Ondan sonra Sosyal Güvenlik Kurumu bunun kayıtlarını alır. Sonra bize der ki X kişi, Y kişi şehit yakını, gazi. Sosyal haklarını kullandırın der. Biz aslında işin en sonundayız. Fakat bütün bu süreç belirlemesini de bizim yaptığımız gibi bir algı var. Bu doğru değil. Şehit yakınlarımızın statü farklılıkları, gazilerimizin statü farklılıklarıyla ilgili çok talepleri bize geliyor. Biz bununla ilgili kendi çalışmamızı yapıp Meclis’imize grubumuza sunduk. Yasa değişikliği gerektirenler var çünkü. Ayrıca İçişleri Bakanlığı’mızla ortak yaptığımız çalışmalar var. Orada da muhtemelen yine bir yasa değişikliği gerektiren noktalar var. Onları da oluşturduktan sonra Meclis’e sunacağız ve ondan sonraki süreci hep beraber takip edeceğiz.
(İsmailağa Cemaati’ne Bağlı Hiranur Vakfı’nın Kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı HKG’nin 6 yaşındayken ‘imam nikahıyla evlendirmesi’ olayına ilişkin dava sürecinin isim verilmeksizin anımsatılması üzerine) Davalar konusu da önemli. Haksız ve gerçekten yersiz biçimde eleştirildik. Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum. Bizim bakanlık olarak davalara müdahil olma, yani hukuksal anlamda davalara müdahil olma yetkimiz dava açıldıktan sonra. Bir defa bunun altını çizelim. Yani ceza davalarında soruşturma aşamasında bizim, bize gelmiş korumamızda bile olsa mağdur soruşturma dosyalarına bir taraf olarak mağdur lehine dahil olma şansımız yok. Bunu bir ayıralım. Bizim soruşturma evresinde bakanlık olarak o soruşturma dosyasının içine girme şansımız yok. Bazı çok özellikle o dosyaları takip ediyoruz. Tamamen arkadaşlarımızın hassasiyeti ve işte adliyelerde bakanlık olarak bize bilgi paylaşımı noktasında kısmen paylaşırlarsa. Onun dışında bizim yetkimiz yok. Bizim yetkimiz, ne zaman başlar? 6284 sayılı Kanun’dan kaynaklı yetkimiz, dava açıldıktan sonra başlar. HKG meselesine gelelim. HKG meselesinde 2 yıldır biliyormuşsunuz değil.
Biz şunu söyledik. O kızımız süreci kendisi başlatıyor, savcılıkla başlatıyor. Cumhuriyet savcılığına gidiyor, şikayette bulunuyor. Cumhuriyet Savcılığı diyor ki ‘senin kalacak yerin var mı, gidecek yerin var mı?’ Yok. ‘O zaman yoksa biz ŞÖNİM’e yönlendirelim’ diyor. Bakın biz bunları paylaştık ama duymak istemeyenlere anlatmak mümkün değil. Yani kulağını tıkayan birine… Hani çok bilinen bir söz vardır ya herkes uyandırabilirsiniz ama uyuyor numarası yapanı uyandıramazsınız. Kimseye anlatamıyoruz. Vatandaş sonra ŞÖNİM’e yönlendirilince biz hemen kurum bakımına alıyoruz ve konunun hassasiyetine binaen gizlilik kararı alıyoruz. Yani direkt kurum bakımına alınıyor. İstanbul’da deşifre olunca başka bir kuruluşa sevk ediyoruz ve gizliliğini temin etmek için azami hassasiyet gösteriyoruz.
Bu arada soruşturmanın akıbetini öğrenmek, dava açıldıysa müdahil olabilmek için de 3 kere Cumhuriyet Savcılıklarına yazı yazıyoruz. Bakırköy Cumhuriyet savcılığına yazmışız. Bu arkadaşın davası sizde mi ne oldu? İstanbul Çağlayan’a yazmışız. Bununla ilgili dava var mı, açıldı mı ne oldu? Anadolu Adliyesine yazmışız. En son Anadolu Adliyesi kendilerinde olduğunu ve soruşturmanın devam ettiğinin bilgisini veriyor. Daha dava açmamış demektir, bekleyeceğiz. Bizim bu süreçte yapacağımız tek şey o arkadaşın gizliliğini ve can güvenliğini sağlamaktır. Bize sorduklarında bile bize böyle biri yok deme yükümlülüğümüz var. Bırakın açıklamayı, zaten böyle bir yetkim yok. Bilakis yasaklandığım bir davranış biçimi o. Yani benim onu saklamam, korumam ve dava açılıncaya kadar can güvenliğini sağlamam lazım. Dava açıldıktan sonra da müdahil olmam lazım. Bunu yapmışım. Dolayısıyla 2 yıldır haberim varmış, hiçbir şey yapmamışsın son derece yanlış. Bu ithamı yapan arkadaşların da çok iyi bildiği bir şey. Bu kadar net söylüyorum, çok iyi biliyorlar. Ben yeni uğraşmıyorum bu işlerle. 25 sene avukatlık yaptım. Bu işlerle uğraştım. Yıllardır sivil toplumun içindeyim. Bu ithamı yapan arkadaşların hepsiyle bir şekilde sivil toplum çalışmaları içerisinde de karşı karşıya, yan yana geldik. Çok iyi biliyorlar bakanlığın sorumluluğunun ne olduğunu, nereye kadar olduğunu, ne yapması gerektiğini ve bu olayda da bakanlığın sorumluluğunu eksiksiz yerine getirdiğini herkes çok iyi biliyor… Birdenbire bakanlık çıktı dedi ki ‘bir dakika arkadaşlar’ biz gerekli tedbirleri almışız. Çalışmaları yapmışız. Birdenbire senkronizasyon bozuldu, onun için saldırıyorlar. Çok net söylüyorum. Kanun açık, uygulamalar açık. Bizim yetkimizin sınırı açık. Çok net.
Şimdi kamuoyunun gündemine bir şekilde gelmiş olaylarda biz açıklama yaptığımızda kamuoyu bizim olayın içinde olduğumuzu öğrenmiş oldu. Ama kamuoyunun bilmediği haberinin dahi olmadığı ama bizim sürecin içinde olduğumuz birçok başka davalar var. Çocuk ve kadın konusunda istismar ve şiddet davalarında haberimizin olup da olduğu andan itibaren sürecin içinde olmadığımız, süreci tamamlayıncaya kadar kesinleşinceye kadar bıraktığımız bir tek dava yok. Olan varsa çıkarsın Şunu takip etmediniz gelsinler her türlü özür dilemeye hazırım. Bu kadar net söylüyorum.
Vakıfları denetleme yetkisi biz de değil. Onu ifade edeyim. Vakıfların denetlenmesi Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür Bakanlığı’nda. Asayiş anlamında denetleme veya varsa bir suç durumu gerekli incelemenin tetkikinin yapılması, İçişleri Bakanlığı ya da Adalet Bakanlığı. Dolayısıyla biz burada ancak şöyle bir mekanizmayı harekete geçirebiliyoruz. Diyoruz ya hakikaten bakanlığın görev tanımının çok dışında dikkati beklentiler vardır.
SMA’lı çocuklarımızla alakalı meseleyi gerçekten can yakıyor. O görüntüyü gördüğünüzde içinizin parçalanmaması mümkün değil. Türkiye çok pahalı tedavilere ödeme yapıyor. Yani tedavinin bizim için, yani bizim sosyal güvenlik sistemimiz açısından tedavinin ücreti tedavinin maliyeti değil, ödeme ölçütü. Tedavinin onaylanmış olup olmadığıdır. Şimdi dünyada ilgili otoritelerce onaylanmış her türlü ilacın bizim sosyal güvenlik sistemimiz karşılıyor. SMA’da da aynı şekilde. Hatta işte son yapılan araştırmalar Sağlık Bakanlığı’mız yakın takip ediyor. SMA ile alakalı. Diğer bir takım bazı ilaçların isimleri geçiyor. Bunların onay süreçleri biter bitmez sisteme alınması noktasında. Fakat bazı deneysel ilaçlar olduğunu hepimiz biliyoruz ve bunlar üzerinden çok ciddi bir şey oluşturuldu. Yani tabiri mazur görün ama çok ciddi bir duygu sömürüsü oluşturuldu. Hani henüz onaylanmamış tedavi edici özelliği kanıtlanmış, netleşmemiş birtakım ilaçları hem çocuklar üzerinde deneysel bir şeye dönüştürüyorlar hem de milyonlarca liralık bedelini ailelerden bir şekilde almanın yoluna bakıyorlar. Bunu ben ahlaki bulmuyorum. Nitekim biz milyonlarca liralık kanser tedavilerinin karşılıyoruz veya başka tedavileri karşılıyoruz. Burada mesele para değil. Burada mesele o tedavinin o çocukları için uygun olup olmadığı, o ilacın onaylı olup olmadığıdır. Bunu da Sağlık Bakanlığı’mız, Sosyal Güvenlik Kurumu’muz çok yakından takip ediyor ve onaylanan her türlü tedavi biçimini, ilacı sosyal güvenlik sistemimize dahil ediyoruz. Bu noktada kimsenin en ufak bir kuşkusunun olmaması lazım. Hele çocuklar. Küçük çocuklarımız ne kadar erken tanı olursa o kadar tedavi şansı yüksek diye erken tanımlama erken takip şartlarını konuştuğunuz bir ortamda tedavinin karşılanmaması ne demek. Hiç böyle bir şey söz konusu değil. Yeni birtakım çalışmalar ve ilaçlarla alakalı sürecin daha ciddiyetle takip edilmesi lazım.”
ANKA