Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, tutukluluğu ile ilgili dikkat çeken çıkış yaptı. Demirtaş, “Erdoğan’ı destekleme kararı alsak sabah erkenden tahliye edilirim ve Cumhurbaşkanlığı helikopteriyle Saray’a götürülürüm, öğlen yemeğini de orada yerim herhalde” dedi.
Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, tutukluluğu ile ilgili dikkat çeken çıkış yaptı. Demirtaş, “Erdoğan’ı destekleme kararı alsak sabah erkenden tahliye edilirim ve Cumhurbaşkanlığı helikopteriyle Saray’a götürülürüm, öğlen yemeğini de orada yerim herhalde” dedi.
Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde Kasım 2016’dan bu yana tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, T24’ten Cansu Çamlıbel’in sorularını yanıtladı.
t24’te yer alan röportaj şöyle:
Cihan Paçacı meselesini takip etmeye çalıştım. İşin aslı astarı nedir, bilmem olanaksız. Yapılan açıklamaları esas almak en doğrusudur, gerisi spekülasyon olur.
HDP sözü geçen isimler dahil birçok ismi değerlendiriyor, henüz netleşmiş bir isim yok. Önemli olan benim gönlümden hangi ismin geçtiğinden çok, kimin bu sorumluluğu layıkıyla üstlenebileceğidir. Bu görevi her yönüyle yerine getirebilecek bir arkadaşımız olduktan sonra benim için sorun yoktur. Kaldı ki karar verici olan ben değilim, halktır ve halkın sahipleneceği her aday benim de adayımdır.
Ben pazarlık ifadesini kullanmayı tercih etmiyorum, daha çok ticari alanda kullanılan bu kavram yerine ‘müzakere’ kavramını tercih ediyorum. Siyasette müzakere haktır, meşrudur. Bu anlamda evet, HDP kendi adayını çıkararak iddiasını ortaya koyuyor ve müzakereci bir yaklaşımla siyasi diyaloğa açık olmayı benimsiyor. HDP, olması gerektiği gibi davranıyor. Bunda bir tuhaflık yok. Başka türlüsü tuhaf olurdu. Daha ortak aday olacak mı, olursa hangi ilkeleri savunacak, kim olacak, ne vaat edecek, güven verecek mi sorularının cevabı yokken HDP durduk yere ‘Biz Millet İttifakı’nın adayını destekleyeceğiz’ diyebilir miydi? Süreç siyasetin doğası içinde, olması gerektiği gibi ilerliyor.
Müzakerenin açık ve şeffaf olması HDP’nin ön koşuludur. HDP her parti kadar meşrudur, yasaldır. Ne diye kapalı kapılar ardında konuşulsun ki? Unutulmasın ki, kameralar önünde PKK ile Kandil’de, devlet heyetinin gözlemciliğinde Öcalan ile görüşüldü bu ülkede.
HDP gibi demokratik siyasetin TBMM’deki bir temsilcisi ile görüşmeye cesaret edemeyenler, Türkiye’nin yüz yıllık sorunlarını çözmeyi garanti edemezler. Bu saçma sapan fobinin aşılması lazım artık. Size uç bir değerlendirme gibi gelebilir ama önümüzdeki aylarda Erdoğan, HDP ile kameralar önünde görüşmeyi önerirse kimse şaşırmasın.
Müzakerenin nasıl olacağına elbette HDP yönetimi ile muhatapları beraber karar verecekler fakat bu öyle gizemli bir süreç olmaz.
Bana kalırsa yapılması gerekenler şunlar: Millet İttifakı’nın altı bileşeni ikişerli gruplar halinde üç heyet ile kendileri dışındaki tüm siyasi partileri, meslek odalarını, sendika konfederasyonlarını, kadın örgütlerini ziyaret ederek ortay aday konusunda görüş alabilirler. En demokratik yönetimi esas almaları ortak adayın belirlenme sürecini kolaylaştırır, meşruiyetini ve desteğini artırır.
Ama gördüğüm kadarıyla böyle bir yöntemi tercih etmeyecekler. Altı lider oturup kendi aralarında bir aday belirleyecek gibi duruyor. Bu yöntemin sağlıklı olduğunu düşünmüyorum.
Altılı Masa’nın kendi başına belirleyeceği aday Millet İttifakı’nın adayı olur, o adayın ortak adaya dönüşmesi de kolay olmaz. Dolayısıyla Millet İttifakı adayını açıklamadan önce HDP dahil siyasal, toplumsal muhalefetin görüş ve önerilerini alınırsa bu, ön açıcı bir girişim olur. Aday bu yöntemle belirlendikten sonra da adayın kendisi, yine bu kesimleri ziyaret ederek hepsiyle demokratik ilkeler konusunda uzlaşma arayışına girer. HDP ile de bu çerçevede açık bir görüşme yaparak uzlaşma arar.
Görüşmelerde HDP’nin gizli bir gündemi ya da ajandası olacak değil. Tüm talepler ve beklentiler Türkiye toplumunun tamamının, 85 milyonun ortak çıkarını, yararını gözeten ilkeleri içeriyor. Eğer HDP ile Millet İttifakı’nın adayı arasında yürütülen müzakere, ki o müzakereyi yarım günde tamamlamak mümkün, uzlaşmayla sonuçlanırsa HDP kendi yetkili kurullarında tartışarak ortak adayı destekleme kararı alabilir.
Tabii tüm bu süreçlerin Emek ve Özgürlük İttifakı ile de açık ve şeffaf şekilde yürütülmesi gerekir.
Son olarak şunun altını çizeyim, bunlar benim kişisel önerilerimdir. Bu önerileri HDP adına yapmıyorum, sadece yol göstermeye çabalıyorum. Bu şekilde anlaşılırsa daha doğru olur.
Ekrem Bey şehir şehir dolaşıyor şu anda, benim bir şey söylememe gerek yok. Gittiği şehirlerde neler yaşandı, yaşanıyor herkes izliyor zaten. Ben şimdi hangi yorumu yapsam yanlış anlamalara yol açar.
İlkeler, sistem, kurumsal denge ve denetleme gibi temel konularda uzlaşma sağlandıktan sonra ismin ne olacağı ikinci plana düşer. Güven veren bir uzlaşma olursa her isim aday olabilir ve kesinlikle de kazanır.
İnsanlar aday adayları konusunda kişisel fikirlerini açıklamakta özgürdürler ancak HDP kurumsal görüş olarak hiçbir isim için olumlu ya da olumsuz görüş açıklamadı, ilkeleri öne çıkardı ve kırmızı çizgi koymadan müzakereye hep açık oldu. Başka türlüsü politik değil, kişisel tutum olur. HDP yönetimi bu konularda başından beri tutarlı ve açık davrandı.
Niye böyle bir denklemle karşı karşıya kalınsın? İki ismin aynı anda aday olması, olasılıklar içinde görünmüyor. 26 Ocak Perşembe günkü Altılı Masa toplantısından sonra açıklanan metinde önemli bir detay daha var. Kendisi önemli ama zamanlaması enteresan. Altı lider nihayetinde şöyle bir noktaya gelmiş; ‘Anayasa ve kanunda hiçbir tereddüte yer vermeyecek kadar açık bir şekilde düzenlenmiş olan hükümler uyarınca, TBMM yenileme kararı almadığı müddetçe, Sayın Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta yapılacak olan seçimlerde bir kez daha aday olması mümkün değildir.’ Siz, Altılı Masa toplantısından birkaç gün önce ‘Erdoğan hem diploması olmadığı için hem de olsa bile üçüncü kez cumhurbaşkanı olamayacağından, adaylığı yasaya aykırı ve gayrı meşrudur’ demiş ve YSK’ya itiraz dilekçesi sunacağınızı söylemiştiniz. Altı lider de bir şekilde sizinle benzer bir çizgiye geldiğini anlıyoruz. Burada muhalefetten yeknesak bir tavır olursa hakikaten sonuç alınabilir mi?
Sonuç alınır veya alınmaz, önemli olan Erdoğan’ın yasa tanımaz tutumuna açıkça karşı çıkılması ve adaylığının meşruiyetinin olmadığının halk önünde gösterilmesidir.
Bu nedenle korkuları, kaygıları bir kenara bırakıp son ana kadar hukuku savunmak gerekir.
Evet, dediğiniz gibi bugün Erdoğan’ı destekleme kararı alsak sabah erkenden tahliye edilirim ve Cumhurbaşkanlığı helikopteriyle Saray’a götürülürüm, öğlen yemeğini de orada yerim herhalde. Ama ben buraya kendim olarak girdim ve de öyle çıkacağım. İlk yemeğimi de evimde yiyeceğim, küçük kızıma sözüm var.
Erdoğan seçimle geldi, seçimle gider. Başka seçenekleri tartışmak bile yanlıştır. Seçimi kaybederse gider, hem de tıpış tıpış gider.
Batı dünyası en çok diktatörleri sever çünkü diktatörlerle anlaşmak, uzlaşmak, ülkelerinin tüm çıkarlarını satın almak onlar için çok kolaydır. Batı dünyası diktatörleri devirmeyi bırakın, iktidarlarını korumalarını ister ve bunun için ürettikleri politikalarını ustaca, kurnazca hayata geçirirler. Hatta Erdoğan’a karşıymış gibi davranıp alttan alta güç, destek verenler vardır.
Batı ile diktatörler arasında ‘win-win’ ilişkisi hep vardır, olmaya da devam edecek. Fakat biz bu durumu değiştireceğiz. Batı ile diktatörler arasındaki ‘win-win’ (kazan-kazan) ilişkisi ‘lose-lose’ (kaybet-kaybet) olacak. ‘Win-win’ ilişkisi, halklar arasında olacak.
Anayasa Mahkemesinin kararı ne olursa olsun siyasi olacaktır. Bu ortamda Anayasa Mahkemesinin hukuka uygun karar vermesini beklemek saflık olur. Olması gereken şey, kapatma talebinin reddedilmesidir. Bekleyip göreceğiz artık.
Ben sivil toplumcu olacağıma ilişkin bir şey söylemedim aslında. Siyasetin toplumsal alanında olmayı tercih ettiğimi belirttim. Şu seçimi bir atlatalım, neler olabileceğini sonra göreceğiz.
Bununla birlikte, önümüzdeki günlerde yayınlanacak olan bir yazıma şimdiden gönderme yapabilirim. O yazımda, geleceğin siyasetinin nasıl olacağına ilişkin bir önerim olacak.
Okuyunca daha iyi anlaşılacaktır, birazcık sabır sadece.