Meral Akşener partisinin haftalık grup toplantısında gündeme dair geniş bir açıklama yaptı. Akşener’in hedefinde Erdoğan vardı. Erdoğan’ı eleştiren Akşener, ekonomiden seçimlere dair sorunları gündeme taşıdı. Akşener kürsüye süt ve elma poşetiyle çıkarak pahalılığa dikkat çekti.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, haftalık grup toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu. Akşener, akademiden ekonomiye, hayvanlara yönelik şiddetten seçimlere dair pek çok konuya değindi. Akşener’in hedefinde Cumhurbaşkanı Erdoğan vardı.
Akşener, konuşmasında “Kimsesizlerin kimiydiniz öyle mi, hadi be! Yoksullukla mücadele için gelmiştiniz değil mi, hadi be! Siz bugün ayrıcalıklı bir sınıf yarattınız. Sen aç yatmanın ne olduğunu bilirdin, unuttun Sayın Erdoğan! Sen gece sofraya tek çeşit yemek koyup, çatal-kaşık uzatamamış bir annenin hassasiyetini bilirdin Sayın Erdoğan! Sana ne oldu, saray seni ne hale getirdi Sayın Erdoğan” diye seslendi.
Akşener’in gündeme ilişkin konuşmasından önemli başlıklar şöyle:
“Altı siyasi parti olarak, geniş bir mutabakat zemininde hazırladığımız, Anayasa Değişikliği önerimizi, milletimizle paylaştık. Kurucu değerlerimize sadık kalarak, meclisi güçlü, yargıyı bağımsız, yürütmeyi de istikrarlı hale getirmek için, ortaya koyduğumuz bu önemli çalışma; ülkemizin kalkınması ve demokratikleşmesi yolunda, atacağımız adımları tariflerken; aynı zamanda, istibdata karşı, hürriyetin sesini savunuyor. Tabi biz, bu önerimizle; kuvvetler ayrılığının tesisi, Partili Cumhurbaşkanı döneminin sonu, meclisin etkin denetimi deyince; iktidardakileri, hemen bir rahatsızlık alıverdi.
RAHATSIZ OLDULAR: Akademik özerkliğin, hakimlere coğrafi güvencenin geldiğini görünce, rahatsız oldular. Temel hak ve hürriyetlerin, tüm devlet organlarını, bağlayıcı hale getirildiğini, insan onurunun, anayasal düzenin temeli olarak düzenlendiğini, hürriyeti sınırlamanın, istisna olduğunu görünce tedirgin oldular. Sağlık hakkının, çevre hakkının ve elbette hayvan haklarının, ilk kez, anayasal güvence altına alınmasının önerildiğini görünce mutsuz oldular. Yurt dışında yaşayan Türklerin, hak ve menfaatlerini korumanın, devletin bir görevi olarak benimsendiğini, ve mecliste, yurt dışındaki vatandaşlarımızın da, temsil edilmesi için, 15 milletvekili ayrıldığını görünce paniğe kapıldılar.
BUNLAR DAHA İYİ GÜNLERİ: Elbette bu durumu yadırgamıyoruz. Sayın Erdoğan’ın dediği gibi: “Bunlar daha iyi günleri…” Çünkü, daha yeni başlıyoruz. Bu arkadaşlara, daha çok, panik atakları yaşatacağız. Durmadan, dinlenmeden, yorulmadan çalışmaya ve saraydaki sefaya alışanların rahatını, her adımımızla bozmaya, itinayla devam edeceğiz. Hiç kusura bakmasınlar. Bu önerimiz, İYİ Parti olarak, Büyük Türk Milleti’ne verdiğimiz sözün, bir kez daha, gür bir sesle tekrarıdır. İstibdatın bitişine az kaldı! Hürriyete az kaldı! Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’ye, çok az kaldı. Kimse merak etmesin.
LİYAKATSİZLİĞİN VE KEYFİLİĞİN BİR ÖRNEĞİ BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ’NDE YAŞANIYOR: Artık, ülkemizin her yanını saran, adaletsizliğin, liyakatsizliğin ve keyfiliğin, bir başka örneği de, maalesef, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanıyor. Ülkemizin, en değerli kurumlarından biri olan, Boğaziçi Üniversitesi’nin bütün köklü gelenekleri ve nitelikli eğitim kalitesi, yerle bir edilmek isteniyor. Üniversitemiz, zincirleme biçimde; hoyratça bir siyasi kadrolaşmaya, liyakatsiz atamalara, sarayı aratmayan, ucube bir yönetim anlayışına sahne oluyor.
DEKAN KENDİSİNİ BÖLÜM BAŞKANI OLARAK ATIYOR: 4 Mart 2022’de üniversiteyle hiçbir ilgisi olmayan, üç akademisyen, tepeden indirme yöntemiyle, aralarında, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin de bulunduğu, üç fakülteye, dekan olarak atandı. Bu kişiler, akademisyen bile olmadıkları üniversitede, dekan sıfatıyla, yönetim kurullarına girdiler. Öğrenciler ve akademisyenler aleyhinde, yüzlerce soruşturmaya katıldılar. Üniversitedeki işleyişi, hiç bilmedikleri için, usulsüz, hukuksuz, kararlar aldılar. Bu kararların tamamı da öğrenciler ve akademisyenler tarafından, yargıya taşındı. Peki bu kararlar neydi biliyor musunuz? Mesela; geçtiğimiz ekim ayında; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde, İşletme Bölümü‘nün, seçilmiş başkanı, ceza verilerek görevinden alınıyor. Tepeden inme dekan da, onun yerine, kendisini, bölüm başkanı olarak atıyor. Evet yanlış duymadınız, kendisini atıyor. Bu dekan, Türkiye’nin, en yüksek puanlı işletme bölümüne, kendi alanı olmamasına rağmen, hukuksuz bir şekilde, vekaleten bölüm başkanlığı yapıyor.
‘ERDOĞANIMSI’ DEKAN: Rezalet, maalesef burada da bitmiyor. Bu Kasım ayında, Ekonomi Bölüm başkanı da, aynı şekilde görevden alınıyor. Ekonomi Bölümü‘nde idari açıdan, oldukça tecrübeli akademisyenler olmasına rağmen, aynı dekan yine, tamamen usulsüz ve hukuksuz bir şekilde, kendisini buraya da atıyor. Böylece Türkiye’nin, en yüksek puanlı ekonomi bölümüne, ekonomiyle alakası olmayan bir dekan, adeta, ‘ben aslında ekonomistim’ diyerek, saray sakinlerinden alıştığımız, buram buram cehalet kokan bir özgüvenle vekaleten bölüm başkanlığı yapıyor. Bu sayede; İçerisinde 3 bölüm olan, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi‘nin, 2 bölümüne, bu her konunun uzmanı dekan arkadaş, vekaleten başkanlık yapıyor. Şimdi hepiniz, bu “Erdoğanımsı” dekanın, kendi alanı nedir diye, merak ediyorsunuz değil mi? İşte o da, 3’üncü bölümde saklı… Bu arkadaşın alanı, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkilermiş… Ancak ne hikmetse, kendi alanına bir türlü başkan atamıyor. Peki neden biliyor musunuz? Çünkü, bu dekan arkadaş, kendisini, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümüne, akademisyen olarak atatmak için uğraşıyor. Bu yüzden de, herhalde göze batmamak için, bu bölüme, vekaleten başkanlık yapmıyor. Çünkü esas amacı, asaleten başkan olmak…
Hatta, bunun için çalışmalara da, Ağustos ayında başlıyor. Bölümün ve fakültenin, hiçbir talebi olmamasına rağmen, kadro kullanma izin talebi için, YÖK’e gidiyor. YÖK de, her zamanki ciddiyetsizliğiyle, Fakülte Yönetim Kurulu ile, bölümün onayı olmamasına, ve yapılan tüm itirazlara rağmen, dekanın talebini onaylayıp, 27 Ekim 2022’de, kadro ilanı çıkıyor. Üstelik ilanda, doktora tezinin başlığına kadar, tüm koşullar da, bu arkadaşın, akademik geçmişiyle yakından örtüşüyor… Yaa, bakın siz şu tesadüfe…
İşte tüm bu rezillik, Boğaziçi Üniversitesi’nin, ne denli hedef alındığını, kişisel çıkarlar ve rant arayışları için, ne denli tahrip edildiğini çok net bir şekilde, ortaya koyuyor. Bu durum; ülkemizdeki, her gelir grubundan, en parlak çocuklarımızın, alınlarının teriyle girip, kamu kaynaklarıyla, dünya standardında eğitim aldıkları, saygın bir üniversitemizin; liyakatsizlikle, kayırmacılıkla ve keyfilikle, düşürüldüğü durumun özetidir.
İŞGAL ETTİĞİ DEKANLIĞA ÇOK ALIŞMASIN: Boğaziçi Üniversitesi’ni esir alan, bu örnek; ülkemizdeki, en büyük sorunlarımızdan biri olan; tepeden inme ve liyakatsiz atamaların, ahbap çavuş ilişkisiyle, yürütülen işlerin, ortak akıl ve demokrasiden uzak, yönetim anlayışının, ibretlik bir iz düşümüdür. Bu vesileyle; bu arkadaşa, işgal ettiği dekanlık ile başkanlıklara, çok alışmamasını tavsiye ediyor; içinde bulunduğumuz dönemde, keser ve sapın hızla döndüğünü ve hesap gününün, artık çok yakın olduğunu, hatırlatmak istiyorum. Ayrıca; iki yılı aşkın süredir, maruz kaldıkları hukuksuzluk karşısında, hakkını arayan, her gün, nöbetler tutarak, bu ahlaksızlığa itiraz eden, demokratik, özerk ve özgür bir üniversite hayalinden vazgeçmeyen, Boğaziçi Üniversite’mizin tüm akademisyenlerine ve öğrencilerine, her zaman yanlarında olduğumuzu, bir kez da söylemek istiyorum. Siz hiç merak etmeyin; Yaşadığınız bu kabus bitecek! Türkiye, özgürleşecek! Türkiye, gelişecek! Türkiye, güzelleşecek! Türkiye, zenginleşecek! Ve Türkiye iyileşecek! Üstelik buna engel olmaya, hiç kimsenin gücü yetmeyecek.
ERDOĞAN’A BAYİLİK VERİNCE BÖYLE OLDU: Asıl mesele şu, her şey gençlikte gizli. Sayın Erdoğan’ı, zamanında Sayın Abdullah Gül’e yapıldığı gibi bir vakıf kanalıyla, yurt dışına gönderilip orada okuması sağlansaydı, bu yaşanmayacaktı. Ama aynı yıllarda bir arkadaşımızı yurt dışına gönderip birinci sınıf okumasına vesile olunurken, Sayın Erdoğan’a bayilik verince böyle oldu. O nedenle her şey gençlikte gizli, öyle ayrım yapmayacaksınız. Okul var, bayilik yok.
SAYIN ERDOĞAN NİHAYET MURADINA ERDİ: Bay Kriz ve ekonomi yönetiminin, akıl ve bilime düşman davranışları, artık tüm dünyada, devlet yönetiminde, liyakatsizlik ve beceriksizlik dendiğinde, neredeyse literatüre girecek, bir vaka haline geldi. Bu durumun, son örneği olarak, geçtiğimiz hafta, Merkez Bankası, politika faizini, yüzde 9’a indirdi. Böylece faiz, tek haneli rakama indi. Sayın Erdoğan da, nihayet muradına erdi. Peki ülkemizde ne değişti? Hiçbir şey… Ne kur oynadı, ne de faizlerde, bir değişiklik oldu. Yani bu vesileyle, bir kez daha görmüş olduk ki, Merkez Bankası’nın politika faizinin, düşük olması, bir tek, Sayın Erdoğan’ı mutlu etmeye yarıyor. Çünkü ekonomide, herhangi bir sinyal etkisi yok. Dolayısıyla artık, politika faizine de, ‘Erdoğan faizi’ diyebiliriz.
‘3 VAKTE KADAR’ EDEBİYATIYLA, KONUYU GEÇİŞTİRMEYE ÇALIŞIYOR: Nitekim; Sayın Erdoğan, her ne kadar, faize karşı zafer kazanmış gibi, nutuklar atsa da; milletimizin yaşadığı gerçekler, maalesef değişmiyor. ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ yalanına, artık kimse inanmıyor. Çünkü, çarşıdaki, pazardaki pahalılık, vatandaşlarımızın, canını yakmaya, aynen devam ediyor. Mutfaklardaki yangın, büyüyerek devam ediyor. Memur, esnaf, emekli, asgari ücretli, enflasyon canavarının altında, ezilmeye devam ediyor. Ama Bay Kriz’e göre, artık sıra enflasyondaymış. Aklınca faizi halletti ya, şimdi sıra enflasyona gelmiş. Biliyorsunuz, en son, ‘Merak etmeyin, o da inecek’ dedi. Tabi, bu aslında, olumlu bir gelişme. Çünkü, hatırlasınız kendisi, uzun bir süre, enflasyonun varlığını bile kabullenememişti. Sonrasında; ‘enflasyon demesek, hayat pahalığı desek…’ diyerek, işi iyice lakaytlığa vurmuştu. Ve bu yılın başından beri de enflasyon için, düşüş tarihi vermeye çalışıyor. Mart‘ta düşecek dedi, olmadı. Nisan’da düşecek dedi, olmadı. Mayıs’ta düşecek dedi, yine olmadı. Şimdi artık, tarih de veremiyor. ‘3 vakte kadar’ edebiyatıyla, konuyu geçiştirmeye çalışıyor.
Yalnız, Sayın Erdoğan’ın, kahve fallarına endekslediği, enflasyonu düşürme masalında, Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu, TÜİK’in katkılarını da saymazsak olmaz. Bu süreçte, onlar da, çok çektiler. Tayyip Bey’i mutlu etme yolunda, çok başkan eskittiler. Sayın Erdoğan’ın istediği rakamı, söylemeyen başkanlar, sonbaharda düşen yapraklar gibi, birer birer döküldüler. Adaya, teker teker veda ettiler… Ve en sonunda, TÜİK de çareyi, her şeyi gizlemekte buldu. Mayıs 2022’den beri, ayrıntılı veri açıklamayı durdurdu. Şimdi de, hummalı bir biçimde, baz etkisiyle, hesap oyunlarıyla, milletimize, enflasyon düştü masalları anlatmaya hazırlanıyorlar. Ama yemezler! Milletimiz artık, son derece açık ve net bir şekilde görüyor ki; bu iktidar artık, ülkemizi yönetemiyor.
Memleketimizi içine sürükledikleri yangın, artık kürsü nutuklarıyla gizlenemiyor. Makyajlı rakamlarla kapanamıyor. Süslü yalanlarla örtülemeyecek kadar, açık bir şekilde, sokaklarda, marketlerde, pazarlarda görülüyor. Milletimiz artık, markete gitmek bile istemiyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü, parasının yetip yetmeyeceğini bilemiyor. Çünkü, kasada mahcup olmaktan çekiniyor. Çünkü, aldığı ürünleri, iade etmek zorunda kalmaktan korkuyor. Ama biz bu gerçekleri dile getirdikçe, iktidar bize; ‘Abartıyorsunuz’ diyor. ‘Yaygaracılık yapıyorsunuz’ diyor. ‘Yalan söylüyorsunuz’ diyor. O yüzden gelin, şimdi hep beraber, enflasyon sepetindeki gıda ürünlerinin, son 1 yıldaki, fiyat artışlarını inceleyelim. Üstelik öyle, her marketin değil, süper indirimli, üç harfli marketlerin fiyatları üzerinden gidelim.
Mesela; her evin vazgeçilmezi sütün, 1 litresinin fiyatı; 2021 yılının, Kasım ayında, 7,13 lirayken, 2022 yılının, Kasım ayında, 15 buçuk liraya çıkmış. Yani, 1 yıllık artış oranı, yüzde 117,4. Mesela; 1 kiloluk beyaz peynirin fiyatı; 2021 yılının, Kasım ayında, 32,89 lirayken, 2022 yılının, Kasım ayında, 85,80 liraya çıkmış. Yani, 1 yıllık artış oranı, yüzde 160,9. Mesela; 1 kilo yoğurdun fiyatı; 8,74 lirayken, 17,98 liraya çıkmış. Yani, 1 yıllık artış, yüzde 105,6. Mesela; 1 kilo patlıcan; 7,12 lirayken, 18,90 liraya çıkmış. Yani, 1 yıllık artış, yüzde 165,6. Mesela; 1 kilo domates; 7,36 lirayken, 19,90 liraya çıkmış. Yani, 1 yılda, yüzde 170,3 artmış. Mesela; 1 kilo salatalık; 5,46 lirayken, 11,90 liraya çıkmış. Yani 1 yılda, yüzde 118,1 artmış Mesela; 1 kilo limon; 4,39 lirayken, 13,90 liraya çıkmış. Yani 1 yılda, yüzde 216,8 artmış. Mesela; 1 kilo elma; Geçen sene 5,38 lirayken, bu sene, 14,90 lira olmuş. Yani 1 yılda, yüzde 177 zamlanmış. Mesela; 1 kilo pirincin fiyatı; 13,04 lirayken, bir senede, 27,50 liraya çıkmış. Yani, yüzde 110,9 artmış. Mesela; 1 kiloluk toz şekerin, fiyatı; 2021 yılının, Kasım ayında, 6,91 lirayken, 2022 yılının, Kasım ayında, 24 liraya çıkmış. Yani, 1 yıllık artış oranı, yüzde 247,4. Evet, yanlış duymadınız, yüzde 247,4. Ancak, tüm bu rakamların karşısında, TÜİK’e göre şeker, yalnızca, yüzde 153 artmış.
ARTIK YOLUN SONU YAKIN, SAYIN ERDOĞAN: Yaa bakar mısınız şu işe?… Ne demişler? Yalancının mumu, yatsıya kadar. Hal böyleyken iktidarın mumu da, artık seçime kadar. Giderek sönmekte olan, iktidar mumunun, cılız ışığında; durmak yok, yalana devam Sayın Erdoğan. Durmak yok masala devam Sayın Erdoğan. Durmak yok, artık yolun sonu yakın, Sayın Erdoğan.
BU KADAR BECERİKSİZ, BÖYLESİNE CİDDİYETSİZ BİR İKTİDAR GÖRÜLMEMİŞTİR: Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde bu kadar beceriksiz, böylesine ciddiyetsiz bir iktidar daha, görülmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde, milletimizin taleplerine, böylesine kulak tıkayan yaşadığı acılara, bu denli göz yuman bir iktidar daha, görülmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde, vatandaşın cebine, böylesine göz diken bir iktidar daha, görülmemiştir. Ülkemiz bugün, tarihinde görülmemiş bir bunalımın içindedir. Ve bu bunalımın sebebi de, iktidarın ta kendisidir. Nitekim; 2023 yılı bütçesi de, bu gerçeği yansıtıyor. Biliyorsunuz bütçe, geçtiğimiz 17 Ekim’de, Meclis’e sunulmuştu. Ben de, 19 Ekim’deki grup konuşmamda kapsamlı bir bütçe değerlendirmesi yapmıştım. Konuşmamda, Bay Kriz ve arkadaşlarının ne kadar öngörüsüz olduğunu tahminlerinde, tarihi sapmalar yaşandığını rakamlarla ifade etmiştim.
BAY KRİZ 2’İNCİ DÜNYA SAVAŞI ŞARTLARINI YAŞATMAYI BAŞARDI: Biliyorsunuz; 2022 bütçe harcama büyüklüğünün, 1 trilyon 751 milyar lira olması planlanmıştı. Şimdi ise, iktidar, bunun, 3 trilyon 134 milyar lira olacağını söylüyor. Yani, yıl sonu itibariyle, bütçe başlangıç miktarının, neredeyse iki katına çıkıyor. İkinci Dünya Savaşı koşulları altındaki, 1943 yılından beri böyle bir şey, hiç yaşanmamış. Evet yanlış duymadınız. 79 yıl aradan sonra, Bay Kriz ülkemize, 2’inci Dünya Savaşı şartlarını yaşatmayı, başarmış bulunuyor. Bu olağanüstü başarısızlıktan ötürü, başta Sayın Erdoğan olmak üzere, liyakat abidesi, AK Parti ekonomi kadrosunu kutluyorum. 2023 yılı bütçesinin, Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri, 25 Kasım itibariyle, sona erdi. İYİ Parti grubu olarak, milletimizin farklı ihtiyaçlarının, karşılanması amacıyla, tam 26 önerge verdik.
Mesela; EYT sorununun, tüm hak sahiplerini kapsayacak şekilde, çözülmesi amacıyla 100 milyar liralık, bütçe önergesi verdik. Mesela; internet alt yapımızın güçlendirilmesi ve internet erişimi olmayan, hiçbir hane kalmaması için 3 milyar lira istedik. Mesela; KOBİ’lere destek ödemesi yapılması için 10 milyar lira talep ettik. Mesela; esnaf ve sanatkârlarımıza, aylık 2000 lira destek verilmesi için, 48 milyar lira bütçe ayırın dedik.
Mesela; kaçak göçmen ve sığınmacıların, sınır dışı edilmesi için geri gönderme merkezleri inşa edilip, gerekli planlama yapılsın diye 10 milyar liralık bütçe önerdik. Mesela; köprü ve otoyollardan, garanti geçişler için yandaş şirketlere ödenmek üzere ayrılan 53 milyar liranın da, bütçeden düşürülmesini talep ettik. Ez cümle; sağlık çalışanlarımızdan, öğretmenlerimize kadar çiftçilerimizden, şehitlerimize ve ailelerine kadar, milletimizin yaşadığı, birçok sorunun çözümü için bütçe önergeleri verdik.
Tahmin edeceğiniz gibi istişareden, demokrasiden, nasibini almamış, Cumhur İttifakı milletvekilleri bu önergelerin tamamını, reddetti. Tabii, bizim milletimiz için verdiğimiz önergelerimizin, tamamı reddedilirken KÖİ projeleri için, yandaş müteahhitlere 102 milyar lira, faiz giderleri için de, 566 milyar lira ödenek kondu. Miktarını kimsenin bilmediği, kur korumalı mevduat ödemeleri de aynen devam edecek. İşte size AK Parti’nin, “millet odaklı” bütçe anlayışı. Gerçekten ibretlik. Öyle anlaşılıyor ki; Cumhuriyetimizin 100. bütçesi, AK Parti’nin de, “veda bütçesi” olmuş. Çünkü bu bütçede, ekonominin sorunlarını, yapısal olarak çözecek hiçbir tedbir yok. Kamu yatırımları için ayrılan kaynak, çok yetersiz. Bay Kriz’in tek amacının, ekonomiyi seçime kadar yüzdürmek olduğu çok net bir şekilde anlaşılıyor. Israrla ve inatla sürdürülen yanlış politikaların bedeli yoklukla, yoksullukla, fakirleşmeyle ödetiliyor. Bu bütçede, çiftçi yok, emekli yok, memur yok, asgari ücretli yok, öğrenci yok, EYT’li yok. Bu bütçede, millet yok, millet. Mesela; tarım destekleme bütçesi, enflasyona karşı korunmuyor, çiftçilerimiz mağdur ediliyor. TÜİK’in açıkladığı, Tarımsal Girdi Fiyat Endeksine göre tarımsal girdilerde enflasyon, yüzde 138,2’ye ulaştı. Ama buna rağmen 2022 yılında, tarım destekleme bütçesi sadece yüzde 62,7 artırılıyor. Oysa tarımsal destekleme bütçesi, en azından, tarımdaki girdi maliyetleri kadar artırılmalıydı.
Saçma sapan politikalar nedeniyle, üst gelir grubuna, Kur Korumalı Mevduat kapsamında bir çırpıda, 300 milyar lira ödemekten kaçınmayan iktidar, milyonlarca çiftçimize, “2023 yılında, sadece 54 milyar lira ödeyeceğim” diyor. Kamu Özel İş Birliği Projeleri çerçevesinde, “Beşli çeteye, 102 milyar lira ödeyeceğim” diyen iktidar, çiftçilerimize, sadece 54 milyar lirayı, layık görüyor. Mesela; AK Parti’nin veda bütçesinden, öğrencilerimiz de nasibini alıyor. KYK burs ve kredi ödemeleri, düşük artırılarak ihtiyaç sahibi öğrencilerimiz de mağdur ediliyor. 2022 yılında, yüzde 85 buçukluk enflasyona karşı, öğrenci burs ve kredileri, sadece yüzde 30 oranında artırılıyor.
KIRIK BUZDOLAPLARININ İÇİNDE SADECE HOŞAF BULUYORUM: Biz, uzunca bir zamandır derin yoksulluk çalışıyoruz. O evlere giriyorum arkadaşlarımla birlikte. Birçok arkadaşımın kendi imkanları çerçevesinde bir fon oluşturduk, derin yoksulluk fonu. Kitap, kırtasiye eksiği gideriyoruz. Burs vermeye gayret ediyoruz ve o kadar acı ki okul forması alamıyor aileler. Çocuğuna ayakkabı alamıyor aileler. Kırık buzdolaplarının içinde sadece hoşaf buluyorum. Bu ailelerin anneleri, çocukların sabah kahvaltısını, ‘uydur kaydır’ gıda maddeleriyle yapıyor. Öğle yemeğine bir poğaça, elma koyamıyor. Buradan çok şikâyet aldık. Uzun zamandır derin yoksulluk çalışıyoruz. Bizzat kendim gidiyorum. Bu bilginin bir çıktısı olarak, adına Rüzgar Gülü dediğimiz, öğrencilere ücretsiz sabah kahvaltısı ve öğle yemeği önerisinde bulunduk, ‘biz yapacağız ama siz de yapın’ dedik. Sayın Erdoğan’a ‘siz bunun hayır duasını alın’ dedik. Nesli kaybediyoruz. 3-4 yaşındaki çocukların kemikleri sayılıyor. 15 yaşındakilerin çoğu obez, protein almadıkları için. Buna kulak tıkadılar. Demre Belediyesi, pilot olarak başladı bu uygulamaya. Kaymakamlık, Demre Belediyesi’nin bu yemek yardımını ortadan kaldırıldı, yasaklandı.
ZEHİR ZIKKIM OLSUN: Kimsesizlerin kimiydiniz öyle mi, hadi be. Yoksullukla mücadele için gelmiştiniz değil mi. Ayrımcılık yapmayacaktınız, yasaklarla mücadele edecektiniz. Siz bugün ayrıcalıklı bir sınıf yarattınız! Enesler, Furkanlar, Haticeler ağlarken, siz ‘pudra şekerleri’ çeken, acayip arabalara binen, tuhaf pantolonlar giyen, tuhaf ceketler giyen, kocaman zevksiz kolyeler takan, tuhaf tıraşlı gençler yarattınız. Yazıklar olsun size, haram olsun, zıkkım olsun, zehir olsun.
SANA NE OLDU, SEN NE OLDUN, SARAY SENİ NE HALE GETİRDİ: Adı Enes, Furkan, Ecrin… Bu dönemde doğmuş ama kemikleri sayılan çocuklar… Beslenme çantası olmayan ama iyi kötü bir şey çıkaran diğer arkadaşlarına imrenerek bakan, çeşmeden su içip açlığını gideren çocuklar. Sayın Erdoğan ne yapıyorsun. Sen aç yatmanın ne olduğunu bilirdin, unuttun! Sen gece sofraya tek çeşit yemek koyup kendi çatal-kaşık uzatamamış bir annenin hassasiyetini bilirdin Sayın Erdoğan. Sana ne oldu, sen ne oldun. Saray seni ne hale getirdi. Çocukların yemeğini nasıl iptal ettirirsin! Biz kaç tane ilde söyledik bunu! Oyları sen al, artısını sen al, o çocuklar açlıktan kurtulsun. Bodurluk başladı çocuklarda. Boyları uzamıyor. Anlatamam o girdiğim o evlerdeki durumları. Günahtır ya. Bir tarafta zenginlikten, şımarıklıktan gözümüzün içine sokar gibi davrananlar, diğer tarafta açlık çeken çocuklar. Yuh olsun, zehir olsun, zıkkım olsun.
TÜM CANLILARIN ONURLU BİR YAŞAM HAKKI VAR: Uzun süredir, sahipsiz sokak hayvanlarıyla ilgili haberleri, endişeyle takip ediyoruz. Bu mesele, ülkemiz için, artık çok ciddi bir sorun hâline geldi. Bu sorun; gün geliyor, masum çocuklarımızı tehlikeye atıp, canlarına mal oluyor, gün geliyor, sessiz canlarımızın, canice katledilmesine sebep oluyor. Buradan açıkça ilan etmek istiyorum: bizim; 11 yaşındaki Mustafa’mızının, hayatını kaybetmesine de; geçtiğimiz hafta, Konya’daki barınakta yaşanan vahşete de; zerre tahammülümüz yoktur. Bizim için, buradaki esas mesele; ‘yaşam hakkının’ ihlalidir. Nasıl ki tüm insanların, onurlu bir yaşam hakkı varsa; O insanlarla aynı dünyayı, aynı toprağı, aynı havayı paylaşan tüm canlıların da, onurlu bir yaşam hakkı vardır. Dolayısıyla bizim anlayışımıza göre; mesele, ‘yaşam hakkı’ olunca, devlet de, bu konuya duyarsız kalamaz. Sokaklarımızın, milletimiz için, güvensiz hâle gelmesine de, barınaklarımızın, işkence merkezlerine dönüşmesine de razı olamaz. Ancak; devlet yönetmekten, bihaber olan bu iktidar, bu konuda da, tüm beceriksizliğini gözler önüne seriyor.
Hatırlayın; 18 Kasım’da, Sayın Erdoğan, bir açıklama yapmıştı. Demişti ki; ‘Sahipsiz sokak hayvanlarının yeri, sokaklar değil, barınaklardır. Belediyeler, barınaklar inşa ederek, başıboş sokak hayvanlarını toplamalı. Konya Büyükşehir Belediyemizin, çok örnek bir çalışması var.’ Bu açıklamadan, tam 1 hafta sonra, Sayın Erdoğan‘ın, örnek gösterdiği, Konya Sahipsiz Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkez’inde, korkunç bir vahşetin, görüntülerine şahit olduk. Eminim ki, birçoğunuz, benim gibi, o işkence görüntülerini, izlemekte bile zorlandı. İnsanlıktan nasibini almamış, vicdansız bir caninin, yaptıkları karşısında, hepimizin yüreği sızladı. O sessiz hayvanlara, işkence eden vicdansızları, kendilerine emanet canlıları, açlıkla sınayan kalpsizleri, buradan, bir kez daha lanetliyorum. Allah her birini ıslah etsin.
Biliyoruz ki; bu caniler için, yürekleri soğutacak bir cezai yaptırım, maalesef kanunlarımızda yer almıyor. Üstelik iktidar da, her zaman olduğu gibi, olay yaşandıktan sonra, ‘gereken tedbirleri aldık’ demenin, ötesine geçemiyor. Hatta; devlet yönetmenin, gereğini yerine getirerek, bu konuya son verecek netlikle, somut adımlar atacağına; yine, insanlarımızı, birbirinin karşısına dikerek, işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. Ciddiyetsiz açıklamalar, bilinçsiz yönlendirmelerle, milletimizi, düşman kamplara ayırıyor.
Bir yanda; sahipsiz sokak hayvanlarının, saldırısına uğrayan, sevdikleri zarar gören ve haklı olarak tepki gösteren vatandaşlarımız, hayvan düşmanı ilan edilirken; diğer yanda ise; hayvanları koruyan, ve onların güvensiz barınaklarda yaşamasına, tepki gösteren, hayvanseverlerimiz de, ‘hayvanperest’ ilan edilerek, hedef gösteriliyor. Böyle vicdansızlık olmaz! Böyle ciddiyetsizlik olmaz! Böyle devlet yönetilmez! Ülkemizde yaşanan, tüm sorunlara olduğu gibi, bu soruna da, aklın, bilimin, hukukun, ve vicdanın çerçevesinde, çözüm bulmak zorundayız.”
Haber Merkezi