Clarissa Pinkola Estes’nin “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabı, son yılların özellikle kadınlar açısından başucu kitabı haline geldi.
Kitabın başarısı yalnızca ulaştığı baskı sayısıyla ölçülemezdi. Çünkü kadınlar bu kitabı yalnızca satın almadı, kendilerine uzatılan eli de sıkı sıkıya tuttu.
Kitabı okuyan her kadın farklı masallarda ve onların çözümlemelerinde kendilerine ait cümleler buldular. O cümlelerin peşine takılarak yeni yollara çıktılar ya da yürüdükleri yeri yol yaptılar.
Ben bu noktada sadece günün anlam ve önemine değinmek için değil, kendi yolculuğum açısından da hayati bulduğum ve yol göstericiliğine inandığım 501. kilometreden bahsetmek istiyorum.
Kısaca anlatacak olursak Estes, kitabın ilk masalı olan La Loba’da ruhları çalınmış kadınlardan bahseder. Buna ister toplumsal normlar diyelim ister mahalle baskısı, her kadının bu topraklarda ruhu doğarken ölür. Kafamızı çevirdiğimizde gördüğümüz her kadının bakışında, kendi ruhunun ölümüne yaktığı ağıtları görmek mümkün. Kimi zaman şarkı söylediği sesi tükenir, kimi zaman ruhunun enerjisini yansıttığı gözleri körelir, kimi zaman da bi’ konuşsa yeri oynatacak dili kesilir. Ahir ömrünü bir kelimeyle anlat desek, yazgımızı borçlu olduğumuz annelerimizin dilinden sadece “tükenmek” çıkar.
Kimi zaman fiziksel kimi zaman da psikolojik şiddet, bu ülkenin kadınlarını sonsuz görünen bir yalnızlık çölünün ortasına iter. Çöl, bize gittikçe tükenmeyen, bitti dedikçe sonsuza kadar sürecekmiş gibi gelen çaresizliği anımsatır.
Kadınların çölü, onları istemedikleri hayata mecbur bırakan sistemin kendisidir. Kadınların çölü; atamadıkları kahkahalar, başını okşayamadığı çocuklar, doğurmadığı zaman hissettirilen eksiklik, gece yalnız başına yürüyemediği sokaklar, okuyamadığı okullar, çalışamadığı işler, söyleyemediği sözlerdir…
Yazar tam da bu noktada itildiğimiz çöllerin altında yüzyıllardır süren ve sürmeye devam edecek hayattan bahseder. Çölde hayat, kum zerrelerinin altında devam eder. Kumun üstünde her ne kadar bitik bir canlı yaşamı varsa, altında bize umudu aşılayan hayat devam ediyordur. Kadınların hayatı, çölün altında daha canlı devam ediyordur. Çünkü orada yüzyıllardır süregelen kadın olmanın birikimi gizlidir.
Peki hikayenin 501. kilometre kısmı nerededir?.. Her kadının bir şekilde bu çöle itildiğinden ve düşülen çölün sonsuz gibi görünen haleti ruhiyesinden bahsetmiştik. Çölün 500 kilometrelik alanında insanın çölden kurtulacağına inanmasını sağlayabilecek bir su damlası büyüklüğünde dahi umut kırıntısı olmayacağını söyleyen Estes, bu noktada bence hepimizin aklına gelen ama bir türlü varlığına ikna olamadığı 501. kilometreyi işaret eder. Çünkü orada her kadını küçük, güzel, eski bir ev bekler. Bu ev herkes için muhakkak farklı bir şeyi temsil eder. Ama herkes için müşterek noktası, dönüp arkamızda “aman be bu da geçti” diyeceğimiz bir geçmiş bırakmış olmaktır, bu bir gerçek.
Kadın mücadelesi yıllardır sokaklarda, meydanlarda, kentlerin en ücra köşelerinde adını kadınların hayatına nakşediyor. Yanı başımızdaki İran’da kadınlar tarihi yeniden yazıyor. Her kadın bu tarihe belki bir harf, belki bir cümle ekledi ama bir şekilde omuz verdi.
Ama kümülatif tarih bir yandan akarken, kendi kişisel tarihimizi de beslemeyi unutmamak gerek. O yüzden ne olursa olsun 501. kilometrede hepimize ait bir ev olduğunu her dara düştüğümüzde hatırlayabilmek, çoğu zaman yorucu olsa da bizim için en nihai karar olacaktır.
Bütün kalabalıklar dağıldığında, her ne kadar bi’ çığlık sesi kadar uzakta olduklarını bilsek de, baş başa kalacağımız yer yine kendi benliğimiz olacaktır. Bu nedenle bilmekte fayda var, dünya kendini yürüyenlere gösterir ve 501. kilometre bizi kendimize getirir.