Eski Bursa Adliyesi’nde geçen bir ömür: Gazeteci Enver Akasoy’un 17 yılı

40 yıllık meslek hayatının 17 yılını eski Bursa Adliyesi’nde sayısız olaya tanıklık ederek geçiren Enver Akasoy, gazetecilik tutkusunu anlattı. “En iyi fotoğrafı çekebilmek uğruna kurşunların vızıltılarına tanık oldum, bugün olsa yine yaparım” diyen Akasoy, Bursa Adliyesi’nde geçen yıllarını ve unutulmaz anılarını paylaştı.

Eski Bursa Adliyesi’nde geçen bir ömür: Gazeteci Enver Akasoy’un 17 yılı
Yayınlama: 18.09.2024
A+
A-

Pelin Akdemir

“En iyi fotoğrafı çekebilmek uğruna kişiler silahlarıyla çatışırken kurşunların o vızıltılarına tanık oldum. Bugün olsa yapar mıyım? Yaparım. Severek yapınca işini o an kendi can güvenliğini düşünmüyorsun.” Çünkü gazetecilik farklı bir duygu Bursa’nın duayen gazetecisi Enver Akasoy’un dediği gibi. 40 yılı meslekte geçmiş. Gazeteciliğin sahada ilmik ilmik örüldüğü, muhabirlerin bilgi toplamak için zamanla ve kendileriyle yarıştığı, habere konu olaylarda siyah beyaz fotoğraf karelerinin çekildiği zamanlardan. Eski Bursa Adliyesi’nin her karışında anısını anlatıyor Akasoy. Ön kapısında, bahçesinde, çay ocağında, merdivenlerinde… O bina şimdi kentin merkezindeki Bursa Kent Müzesi.

Akasoy, 1983 yılında Türk Haberler Ajansıyla gazetecilik mesleğine başlıyor. İmtiyaz sahibi olduğu Nöbetçi Gazete’yi kurana kadar Marmara Gazetesi, Bursa Hakimiyet, Olay, Kent Gazetesi, Yeni Dönem gibi birçok yayın organında üst düzey yöneticilik alanında meslek hayatına devam ediyor. “Gazeteciliğin her kademesinden geçtim” diyen Akasoy, teleks operatörlüğü ile başlamış olduğu gazetecilik hayatında muhabirlik, istihbarat şefliği, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, genel müdürlük yaptı. Şimdi Nöbetçi Gazete’nin imtiyaz sahibi ve yayın kurulu başkanı.

Akasoy, meslek hayatını anlatmaya “Çekirdekten yetişmeyiz. Alaylıyız. 40 yıllık meslek hayatım boyunca çok güzel anılar biriktirdim” sözleriyle başlıyor.

“KEŞKE KORUYABİLSEYDİK”

Bursa Kent Müzesi, iki katlı taş bina Adliye Binası’ydı. Akasoy, polis-adliye muhabiri olarak 17 yılını geçirdiği binanın önünde konuşurken “Bu bina benim için çok önemli. Önünden her geçişimde içim sızlıyor esasen. Burada çok anılar biriktirdim” diyor. Bursa’nın bir kent müzesine ihtiyacı vardı ama Akasoy da o dönemde bina müze olurken Adliye binası olarak korunması için eylemlere katılanlar gibi düşünüyor. “Her geçişimde mutlaka derin derin bakarım buraya. İçimde bir hüzün oluşur. İçim cız eder, keşke koruyabilseydik” diyor.

Uluyol’da bulunan mevcut Adliye binası ise o dönemin Bursa Cezaevi’dir. Bursa Cezaevi deyince akla ilk Nazım Hikmet gelir. Akasoy’da söylüyor: “Adliyeye başka yer mi yoktu? Keşke bugün orada bir cezaevi müzesi olsaydı. Nazım Hikmet, Orhan Kemal, İbrahim Balaban yattı orada. Bursa için çok önemli değerdir bu isimler. Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nde 11 yılı geçti, yattığı o koğuşu koruyabilseydik. 11 yıllık bir çile. Korumalıydık.”

Sesini yükseltenlerin başında dönemin Baro Başkanı Avukat Yahya Şimşek, Bursa’nın değerlerinden Avukat Ertuğrul Yalçınbayır geliyor. Kentin dinamiklerinin çıkardıkları gür sesi yazdı Akasoy da ama dediği gibi “yazdık bunları ama ne yazık ki koruyamadık”. Adliye binası olarak yine müze binası olarak kalabilirdi. Çünkü burada çok önemli yargılamalar oldu, siyasi davalar görüldü, idam uygulanmasa da idam cezaları verildi, kalemler kırıldı. Akasoy gibi gazeteciler de bu yargılamaların hepsine tanık oldular.

 

“ADLİYEDE GÜN ERKEN BAŞLAR”

Gazeteciler için Adliye binasında gün erken başlıyor ve mesai hiç bitmiyordu. Duruşma salonları gazetecilere açıktı. Gazeteciler fotoğraf makineleriyle girebiliyor, duruşmadan yargılama esnasında fotoğraf çekebiliyorlardı. Gazetecilerin mesaisini Akasoy’dan dinleyelim:

“Adliyede gün çok erken başlar. Hatta hiç bitmez de desek yeridir. Normal memur, adliye çalışanı saat sekizde işinin başına geliyorsa biz yedide geliyorduk. Çünkü gece olmuş olan bir hadisenin varlığından haberdar olalım ve savcı beyle birlikte olay yerine gidip fotoğraflayabilelim, haberleştirelim. Kavgası, gürültüsü çoktu. 48 saat sorgulamaların sürüdüğünü gördüm. Adliye önünde de çok kavgalara, çatışmalara tanık olduk. Hakimlerle, savcılarla diyaloğumuz çok iyiydi. Sürekli burada olduğumuz için bizi tanıyorlar, hatta doğruları yazmamız için bizi teşvik ediyorlardı.”

BİR İFTİRAYLA ÖMÜR BOYU HÜKÜM GİYENLER OLDU

O dönem 3 tane Ağır Ceza Mahkemesi vardı. Biri seyyardı. Ağır Ceza Mahkemeleri’nde büyük trajediler de yaşandı, ünlü kişiler de gelip geçti. Bir iftira uğruna ömür boyu hüküm giyenler de oldu, sinema sanatçılarının tanık olarak dinlendiği duruşmalar da. Akasoy, anısını “Bunlardan biri de Oya Aydoğan’dır. Bursa’nın ünlü gazinocusu Mustafa Taylan’ın oğlu Tamer Taylan’ın yaralama suçundan yargılandığı davanın tanığıydı. Türkiye’nin eski Genel Kurmay Başkanlarından birinin oğlu yılbaşı gecesi Uludağ’da bir yaralama hadisesine karışmış. Onun da yargılanması burada oldu” sözleriyle anlatıyor.

YEDİĞİ DAYAKLA LİSANSLI KARATECİ OLDU

Adliye koridorlarında işlenen cinayete de tanık oldu, polislerin elinden kaçan sanığa da. Dayak da yedi. Yediği dayak nedeniyle Uzak Doğu sporuna giderek, lisanslı karateci de oldu. Çektiği fotoğraflarla meslek örgütlerinin açmış olduğu yarışmalarda derecelere de girdi. Yapmış olduğu haberlerle ödüller de aldı. Akasoy’un tek tanık olmadığı olay idam. “Ceza veriliyordu ama uygulanmıyordu” diyor Akasoy, idama tanık olmadığı için mutluluğunu belirterek. Akasoy, kendisini en çok etkileyen durumu ise “Bebek ölümleri beni çok etkilemiştir. Onlardan gözyaşı döktüğüm oldu. Caninin biri katletmiş. Katledilmiş bir masum yavru, el kadar” sözleriyle aktarıyor.

ADLİYEDE CİNAYETE DE TANIK OLDU

Akasoy, adliye koridorunda işlenen cinayete tanıklığını şöyle anlatıyor:

“Kız çocuğuna tacizden dolayı yaşlı bir şüpheli adliyeye getirildi. Biz haberini almıştık, adliyede bekliyorduk. Bizim yanımızda dolaşan 11-12 yaşlarında bir çocuk vardı. Hiç şüphe etmedik tabi. Biz sanığın fotoğrafını çekerken o çocuk arka taraftan dolaşıp bıçağı çıkarmış, karın boşluğuna bıçağı sokuverdi. Bir anda oldu her şey. Adam yığıldı. Kan anında boşaldı. Kelepçeleri hemen çözmeye çalıştılar. Bileğinde bir kelepçenin kaldığı sarkarken bir fotoğraf çekmiştim. O fotoğrafla da ödül almıştım. ‘Bıraksalardı başını gövdesinden ayıracaktım’ dedi. Bizi o sözü dehşeti düşürdü. Ablasına yönelik tacizde bulunulmuş.”

Unutamadığı bir anısı daha var. Bir firar girişimi. Eli kepçeli olmasına rağmen bir cinayet hükümlüsü kaçıyor. Elini inceltmiş, kelepçeden kurtulmuş kaçmış. Olayın devamını Akasoy’un sözlerinden duyalım:

“Atletik bir yapıya sahipti. Askerler önce silahlarla arabaların altında baktılar. Biri gördü, ‘buradan koşuyor’ dedi. Alt geçitte yakaladılar. Hemen yaka paça tekrar getirdiler. Bizim için güzel bir ekşin oldu. Güzel fotoğraflar çekmiştik.”

“BUGÜN OLSA, YİNE YAPARIM”

Tanıklıklarının ardından ‘bugün olsa yine aynısını yaparım’ diyor Akasoy. Çünkü gazetecilik farklı bir duygu: “Mübalağa etmiyorum, en iyi fotoğrafı çekebilmek uğruna kişiler silahlarıyla birbiriyle çatışırken kurşunların o vızıltılarına tanık oldum. Bugün olsa yapar mıyım? Yaparım. Gazetecilik farklı bir duygu. Severek yapınca işini o an kendi can güvenliğini düşünmüyorsun.”