Türkiye’nin en genç sedefkârı: Bursalı Neyzen Mümin Orhan

Sedefkâr olmak üzere kolları sıvadığında henüz 18 yaşında olan Mümin Orhan, Bursa’nın Tarihi Hanlar Bölgesi’nden tüm dünyaya sedef işi üretiyor. Bugün 36 yaşında ‘Türkiye’nin en genç sedefkârı’ unvanını taşıyan Orhan, çocuk yaşta ney üfleyerek başladığı sanat serüvenini Devlet Sanatçısı olarak sürdürüyor. Orhan, ilham veren sanatçılık serüveni için, “Ney süslemek için ustam Sedefkar Zafer Karazeybek’in yanına gittiğimde sedef işine adeta aşık oldum. Yaşım küçüktü ancak ben iki tutkumu birleştirerek ekmek paramı kazanmaya çoktan karar vermiştim” diyor.

Türkiye’nin en genç sedefkârı: Bursalı Neyzen Mümin Orhan
Yayınlama: 04.09.2024
A+
A-

Dilek Atlı

Bursa’nın Kapalı Çarşı’sı içinde bulunan Fidan Han’daki atölyesinde sedef işi üreterek Türkiye’nin ve dünyanın pek çok yerine eserlerini ve adını ulaştırmayı başaran Sedefkâr Mümin Orhan, henüz çocuk yaşta keşfettiği sedef işçiliğine tutkuyla bağlanıyor ve 7 yıl boyunca ustasının yanında çıraklık yapıyor. Bursalı ünlü Sedefkâr Zafer Karazeybek‘ten el alarak henüz 18 yaşındayken Sedefkâr unvanı kazanan Orhan, bu mesleği hayatı boyunca sürdürme kararı veriyor Bursa’nın Tarihi Hanlar Bölgesi’nde ilk atölyesini açıyor. O gün bugündür sedefkârlık mesleğini gururla yaşatan Orhan’ın sanat serüveni gençlere adeta ilham veriyor.

Bir diğer tutkusu olan ney ile ilişkisine ney üfleme dersleriyle yine çocuk yaşta başlayan Orhan zaman içinde ney yapımına ilgi duyuyor. Bugün atölyesinde ney yapımı da gerçekleştiren Mümin Orhan, Neyzen unvanını ise 16 yaşında alıyor. Geleneksel el sanatlarına genç yaşında tutkuyla bağlanarak onları günümüze kadar taşıyan Orhan, ney üflemeden sedef işçiliğine, Türkiye ve dünyada adını duyurma serüvenini şu sözlerle anlatıyor:

“Ney dersi aldığım dönemde ney yapımına da ilgi duydum. Ney yapmaya başladım küçük yaşta. Ney yapıyordum ve yaptığım neyleri süsleme ihtiyacı duydum. Ustam Sedefkâr Zafer Karazeybek ile böylece tanıştım. Aslında onun yanına neyleri nasıl süsleyebilirim sorusunun yanıtını aramaya gitmiştim. Sedefkârlığa aşık oldum. Hayatımı iki tutkumu bir araya getirerek kazanmaya karar verdim. 2005 yılından beri ekmeğimi böyle kazanıyorum.”

Sedefkârlığa ilk başladığı yıllarda Topkapı Sarayı’na sık sık giderek sedef kutuları incelediğini söyleyen Orhan, “Sedef kutularının yapılma amacı, Hz. Muhammed (SAV)’in Sakal’ı Şerif’inin koruma kutusu olmasıymış. Kırk kat bohçanın içinde ekstra bir Sakal-ı Şerif kutusu bulunur. Bu da sedeften yapılmaktadır. Her ustanın aşık olduğu bir obje vardı. Bu da benim aşık olduğum objeydi. Nitekim Sakal-ı Şerif kutusunu ‘Ustalık Belgesi’ almak üzere icazet işim olarak belirledim. Mezun olurken bu kutuyu bitirdim. Sedefkarlık mesleğinde ustasının yanında fiilen en uzun süre duran çırak benim. 7 yıl ustam Sedefkâr Zafer Karazeybek ile Balibey Han’da çalıştım. Sedefkârlık mesleğinde ustasından resmi icazet alan Türkiye’deki tek kişi de benim.”

“DÜNYADAKİ EN ZOR MESLEKLERDEN”

Sedef ustası Orhan, sedefkârlığın dünyadaki en zor mesleklerden biri olduğunu belirterek, “Malzeme işlemesi zor. Yalnızca sedef işlemekle olmuyor. Kuyumculuk bilmeniz, marangozluktan anlamanız, desen çizebilmeniz ve geometride iyi olmanız gerekiyor. Geleneksel el sanatlarının tüm ustalarından dersler almanız gerekiyor. Tüm bunların birleşimi sedefkarlığı oluşturuyor. Tabii ki günümüzde maddi ve manevi anlamda bu mesleği sürdürmek çok zor. Bu da mesleğe gönül vermenin zevkiyle gerçekleşebiliyor. Türkiye’de toplam 10 ustadan biri olmanın yanı sıra işinin ehli 5 ustadan da biriyim. İşinin ehli derken kastettiğim şey; hammaddeden nihai esere kadar tüm işlemleri atölyede başka birinin eli değmeden yalnızca benim yapıyor olmam. Bunu Türkiye’de yapan 5 usta var ve biri benim. Eserlerim dünyanın her yerine gidiyor. Bazen yurt dışından gelip satın alanlar da oluyor. Ya da ben gidip sergilere katılıyorum. İnternet üzerinden satış da yapabildiğimiz gibi sosyal medyanın da faydasını görüyoruz açıkçası” diye konuşuyor.

“GENÇ OLMAM İLGİNÇ KARŞILANIYOR”

Kutu, ayna, kalem, takı, mücevher, dolap, takunya, mobilya gibi pek çok çeşit ürün yaptığını sözlerine ekleyen Orhan, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yurt dışında çok sayıda sergiye katılma fırsatı bulduğunu ve sedef işçiliğine ilginin yoğun olduğunu belirtiyor. Danimarka, Avusturya, Fransa ve Almanya’da sergiler açan sedef ustası, Türkiye’nin en geç sedefkârı olarak ilginç tepkilerle karşılaştığını da söylüyor:

“Dükkâna gelip ustan nerede diye soranlar oluyor. Benim usta olduğuma inanmaları biraz şaşkınlık yaşadıktan sonra gerçekleşiyor. Demek ki sedef ustalarını yaşlı olarak düşünüyor çoğunluk. Bu mesleği yapmak bana gurur veriyor. Genç nesilden çok iyi usta olabilecek yetenekli kişiler var. Farklı mesleklerden sedefkarlığa ilgi duyanlar var. Onlara atölyemde dersler de veriyorum. Bu mesleğin yaşamasını istiyorum. Neyzen olarak da ney üfleme eğitimleri veriyorum ayrıca.”

“SEDEFKÂRLIKTA BİR SINIR YOK”

Osmanlı İmparatorluğu’nun 9. padişahı Yavuz Sultan Selim’in Tebriz Seferi’nin (1514) ardından Konstantiniyye’ye el sanatı ustalarının getirilmesiyle Osmanlı’da başlayan sedef işçiliği; kakma işlemleri, altın kullanılması, kaplumbağa kabuğu, ahşap, boynuz gibi malzemelerle birleştirilmesi sayesinde ortaya çıkan eserlerle altın çağını yaşıyor. Bu sanatın ustalarına Sedefkâr (sedeften kâr eden/para kazanan kişi) denirken, yapılan eserlerin değerleri yer yer paha biçilemez oluyor.

Malzeme olarak istiridye kabuğu adını taşıyan bir deniz kabuğundan elde edilen sedef (mother of pearl), özel işlemlerle elde kesiliyor. Sedefin gördüğü işlemleri ayrıntılarıyla anlatan Sedefkâr Mümin Orhan, Bursa’daki atölyesinde tüm işlemleri bizzat A’dan Z’ye gerçekleştirerek ham deniz kabuğundan bir eser yaratma sürecini şöyle sıralıyor:

“Kare formunda kestiğimiz sedefleri, özel işlem uygulayarak inceltiyoruz. Üzerine çizdiğimiz deseni yapıştırıyoruz. Ardından yine bir kesme işlemi uygulayıp motifleri kakma yaparak, örneğin ağaç malzemenin, yüzüklerin, kolye ve/veya küpelerin üzerine işliyoruz. Osmanlı’da ‘Caminin minaresinden hanımefendilerin takunyasına kadar sedefkârlar işlerdi’ diye kayıtlar var. Yani, bizim mesleğimizde bir sınır yok. Her şeyin üzerine sedef işleyebiliriz. Yeter ki tutkuyla bu mesleği yaşatalım.”